Hiç mi vicdanın sızlamadı?

Hiç Mi Vicdanın Sızlamadı?

Trafik kazalarında bir yayaya çarpıp kaçarken..

Depreme dayanıklı binalar yapmak yerine çürük binaları dikerken..

Deprem sonrası amaca uygun ve zamanında müdahale edemezken..

Kadına, çocuğa, eşine, öğrencine vs.. şiddet uygulayıp döverken, yetmedi öldürürken..

Töre ve namus cinayetlerinde elini kana bularken..

Henüz yaşını dahi doldurmamış bir bebeğe tecavüz ederken..

Çocuk evlilerin arasında ülkeni, Afganistan’dan sonra 2. sıraya oturturken..

Öldürülen onca kıymetli yazarını, gazetecini, düşünürünü “faili meçhul” diye nitelerken..

Adalet dağıttığında Themis'in terazisinin bir kefesi yerlerde sürünmeyi geçip, yerin dibine girerken..

Rüşvetsiz adım atmaz, iş yapmazken..

Hipokrat yeminini unutup, tedavi edecek yerde insan hayatını ticarete dökerken..

Teröre binlerce insanını kurban verirken...

Tarihi değerleri kendi kaderine terk edip, yitip gitmesine göz yumarken..

İnsanına, kedine, köpeğine hunharca işkence ederken..

Küçücük beyinleri uyuşturucu illetine musallat ederken..

Kin ve nefret söylemlerini bonkörce sağa sola savurup, senden olmayanı bölüp parçalarken..

Mevlana’nın “Kötülük yaptın mı kork, çünkü o bir tohumdur. Allah yeşertir karşına çıkartır.” dediği gibi sonrasında hayatın sana yaşatacaklarını düşünmeyip, kötülük yaparken.. Bir konspiratör edasıyla insan olduğunu unutup yalan söylerken, iftira atarken, hakaret ederken, pejoratif söylemlerde bulunurken, dostum dediğin insanın arkasından binbir türlü dümen çevirip, ihanet derken.. İnsanların hayatlarına saygı duymaktansa ruhundaki ezikliği hazmedemeyip kendi hayat akışına ve durduğun yere bakmaksızın başkalarının dedikodusunu yaparken..

Hiç mi vicdanın sızlamadı?

Bugünlerde üzerinde durup düşünmemiz gereken en önemli soru bu olmalı.. Aksi halde önümüzdeki süreçte bu kısacık ama manidar soru, büyük bir sorun olarak sağlam bir şekilde karşımızda duracak. Üstad Betûl Mardin’in önderliğinde tam da bu sorunun konu başlığı olduğu seminer, daha da uzayıp gidecek bu listeden özellikle son zamanlarda artan trafik terörü ve şiddet olaylarına karşı toplumun duyarsızlığına dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak amacıyla düzenlendi, insanoğlunun “vicdan” sahibi olduğunu hatırlattı. Körelen vicdanların yeniden sızlaması gerektiğine dair mebzul miktarda konu olduğuna işaret etti bu ülkede..

Yaşadığımız dekadans sonucu popüler kültüre teslim olduğumuz, akıl tutulması ve merhamet yoksunluğu yaşadığımız, okuyanının kıt olmasından mütevellit dizilere fikse edilen hayatların hüküm sürdüğü, bir diziden diğerine iştahla kulaç atarak ilerlediğimiz böylesi bir toplumsal süreçte şayet bir yapımcı olsaydım, derhal Dostoyevski’nin Raskolnikov’unu konu alan bir dizi çekerdim. Ciltler boyu insanı derinden etkileyen Raskolnikov’un vicdan hesaplaşmalarıyla izleyiciyi baş başa bırakarak önce bireysel akabinde buna paralel gelişecek toplumsal vicdanın üzerindeki kara perdeyi aralamaya çalışırdım.

Prof. Dr. Ömer Baybars Tek’in "Kurnazlarda vicdan ve izan yoktur. Yalnız kendileri için yaşarlar ve çıkarları için yapmayacakları şey yoktur. Kural tanımazlar. Vicdan, akıllı ve iyi insanlara mahsustur." tespitinden hareketle akıllı ve iyi insanların fazla olduğu bir topluma sahip olmamızı diliyorum.
Yoksa geçtiğimiz günlerde ülkemizde de başarıyla gerçekleştirilmeye başlanan yüz nakli operasyonlarına atıfta bulunarak yaptığım -“Sizi üzüp ondan sonra da ‘hangi yüzle karşına çıkacağım’ diyen yüzsüzlere duyurunuz; başarılı yüz nakli ameliyatları başladı!”- teşbih misali ‘vicdan nakli’ ile de uğraşmayalım.

Tabi işin mizahı bir yana bunca vicdansızlık içinde bir de gelecek nesillerin vicdan sahibi olmasını mı bekleyeceğiz? Üzerinde durup düşünülmesi gereken en önemli sorulardan biri de bu olmalı..
Vicdan yoksunlarına da; siz insanlığa ve vicdana ihtiyaç duyduğunuzda nereye gideceksiniz? diye sormalı..

Dizilerin toplumsal etkisine değinmişken, önemli bir izleyici kitlesine sahip yapımlardan Muhteşem Yüzyıl dizisinin geçtiğimiz bölümlerinden birinde Kanûnî Sultan Süleyman’ın tarihin en kısa süren meydan savaşlarından biri olan Mohaç Zaferi’nden sonra “içime kibir girdi” diyerek, diri diri mezara girmesi ve o sahne öncesi kendisiyle yaptığı konuşma bir o kadar etkileyiciydi:

“ İçim kibirle doldu, bu hissi yenmeliyim yeneceğim.
İdrak et Süleyman unutma tevazu içinde ol,
Bütün şeref ve irade senin değildir.
Rabbine şükret ve nefsine üstünlük verme;
Zinhar kibre düşme.
Sen hakka karşı hayalı, halka karşı vefalı ol.
Vücudun, fikrin zikrin ona ait sahibi sanma.
Hakkın nimetlerini kendinin kendinden olanları yegane sanma nefsini öldür,
Yoksa o seni öldürür.
Kibrini yen Süleyman!
Her firavunun musası her şerrin bir nuhu vardır,
İman et hatırla.
Vücuda geldiğin hali ve gideceğin son mertebeyi unutma.
İşte o zaman cennetin kapıları açılacak sana.
Vicdanın senin kıblendir Süleyman.
KAYBETME! ”

Her ne kadar tarih uzmanları tarafından dizide geçen ve zihinlerimize nakşolan bu sahnenin tarih kitaplarında yazmadığı ve böyle bir kayıt olmadığı söylense de, asıl önemli olan bu efsanenin akıllara getirdiği insani gerçeklerdir.
Ve o da son cümlede saklıdır; “Vicdanın senin kıblendir.”

Sahi, en son ne zaman vicdanınız sızladı?

Aylin ONART
06 Şubat 2012 

 

 

^ Sayfa Başına Dön