Kalemsiz Dergi - Özgün Kabacaoğlu - 10 Eylül 2013 Perşembe

Aylin Hanım en kısa tanımı ile bir İzmir aşığı…
 
İstanbul’da yapılır burada olmaz denilen çok önemli işleri kendi şehrinde, İzmir’in de gerçekleştiren bir işkadını, İzmirliler'i başta İlber Ortaylı olmak üzere çok önemli konuklar ile buluşturan bir iletişimci ve tecrübeli bir spiker, televizyoncu… Şu anda İzmir’deki Onart İletişim Danışmanlığı adlı şirketi ile “Kurumsal İletişim ve İtibar Yönetimi” alanında danışmanlık faaliyetlerini sürdüren Aylin Hanım'la biraz İzmir’i biraz kendisini çokça da medyayı ve geleceğini konuştuk. Kendisine tekrar teşekkürler…


Teknoloji hayatımızın bir parçası olmaya başladığından beri insanlar arasındaki iletişim sizce arttı mı azaldı mı?

Arttı, hem de ne artmak… Teknoloji geliştikçe iletişim araçları sınır tanımıyor, dünyanın bir ucundan diğer ucuna erişim artık parmağımızın ucunda! Tabi bu gelişmeye ayak uydurabilmek ve hayatımıza giren bu yeni iletişim araçlarını “amacına uygun” ve randımanlı kullanabilmek gerekiyor.
 
Sosyal paylaşım siteleri bir yandan küresel iletişime ayak uydururken diğer yandan geleneksel iletişimin bu yeni düzende geride kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeniliğe ayak uyduramayanlar eskimeye ve geride kalmaya mahkumdur, bu doğa kanunu… Özellikle son 10 yılda yeni iletişim teknolojileriyle birlikte adeta yeni bir medya düzeni kuruldu, kuruluyor. Steve Jobs harikası dokunmatik akıllı telefonların hayatımıza girdiği 2007 yılından bugüne, 6 yıllık süreçte geçirdiği değişime ve gelişime bakarak, şaşıp kalmayacak bir kişi yoktur sanırım. Keza sosyal medyanın dünya halkları üzerindeki anlık etkisiyle sınırları dahi ortak olmayan dünyanın bir ucundaki bir ülkeyle diğerini nasıl kısa sürede bir araya getirdiği ve gidişata etki ettiği günleri yaşıyoruz, şahit oluyoruz. Bu müthiş bir şey! Ancak elbette ki mektup yazmanın, o mektubu katlayıp zarfına koymanın ve alıcısına ulaştırmanın tadı da bambaşka.. Bizden önceki ve bizim kuşağın olmazsa olmazıydı ki “pen friend”lerimiz vardı düşün, ama şimdiki Y ve Z kuşağı için pek aşina olmadıkları bir iletişim aracı bu tabi.. Onların şimdilerde twittdaşları var. :)

Daha genel anlamda dijital medya için neler söylersiniz?
 
Özellikle internetle ve cep telefonlarıyla tanıştığımız yılları bir hatırlayacak olursak, gelişime dair aradaki uçurumun bu kadar kısa süre içerisinde oluşması, bundan sonra kullanacağımız yeni teknolojilerin insanlığı hangi noktaya taşıyacağına dair hiç bitmeyen bir merak uyandırıyor insanda.. Tabi bu yeniliklerin kullanımına dünya ne kadar hazırlıklı, ne kadar amacına uygun kullanılabiliyor, suistimaline dair ne tür önlemler alınmalı, faydadan ziyade zarar verici yönde kullanımı yani işin etik kısmı da hali hazırda tüm ülkelerinin tartışma konusu.. Mühim olan bu düzenlemelerin kişi ve kurumların kullanım haklarını engellememesi ve  önlem almayla yasaklama arasındaki ince çizgiyi aşmamasıdır.
 
Gezi olayları malumumuz, ülke olarak büyük sıkıntılar yaşadık. Haziran ayı boyunca tüm ülke olarak bu gündemle yatıp kalktık. Sizce yaşananlar geride mi kaldı. Türkiye’ye Gezi olaylarının maliyeti ne olmuştur, olacaktır?

Yaşananlar hala daha tazeliğini muhafaza ediyor tabi, zira bir takım dayatmaların tepeden inme bir şekilde uygulamaya konulmak istenmesi, halkın reaksiyonunun bu derece güçlü olmasını tetikledi. Kurumlarda da böyledir. Bir kurumun değerleri o kurumda çalışanlarla birlikte oluşturulur, üst yönetimin kendi başına belirleyip çalışanlarına duyurması ve dayatmasıyla oluşmaz. Danışmanlık verdiğim firmalarda hep bunun üzerinde dururum ve stratejiyi, rotayı ona göre belirleriz. Gezi olgusunu da bir kriz yönetimi olarak düşünürsek iyi yönetilemediğini görüyoruz. Bir kere her şeyden önce “kendiliğinden gelişen bir ilk”ti bizim için.. Son derece masumane ve müthiş yaratıcı bir gençlik gördük. Üstelik de her kesimden, el ele, kol kola, hayran olunacak bir dayanışma ve birliktelik içindeydiler. Bunu da ilk kez gördük ve bence dünya da ilk kez gördü böyle bir tabloyu.. Biz yetişkinlerin başaramadığını başardı bu anlamlı birlikteliği sergileyerek Gezi gençliği ve biz bunu ülkemiz adına avantaja çeviremedik ne yazık ki.. İlk müdahalenin sertliği ve sonrasında yaşananlarla bu masumane tablo, bambaşka bir havaya büründü, aynı havayı soluyan aynı ülkenin insanlarını iki ayrı uca derinlemesine sürükleyerek, kutuplaştırdı, altı insanımızın hayatına, onlarcasının yaralanmasına ve sakat kalmasına neden oldu.  Hiçbir siyasi parti, STK, kurum vb. yapılanmayı barındırmayan ve kendiliğinden gelişen bu gençlik hareketinin tek beklentisi anlayış ve diyalogdu. 
Bu durum iyi yönetilebilseydi, kimse birbirini karşısına almasaydı, araya sızan provokatörlerle demokratik hakkını kullanarak tepkisini ortaya koyan vatandaşımızı birbirinden ayırt edici bir söylem kullanılsaydı, ülkemiz adına belki de basamak atlayacağımız bir sıçrama tahtası olacaktı Gezi.. Ve şu an bu kutuplaşmanın gittikçe derinleştiğine işaret eden durumlara, olaylara şahit oluyoruz. Bu durum ülkemizin iç huzurunu daha da sıkıntılı bir hale sokmadan, kemikleşmeden bir an önce son bulur umarım ve dilerim o müthiş gençlik, ileride siyaset sahnesinde alternatif olacak ciddi bir oluşumla yer alabilir.
 
Malum yerel seçimlere giriyoruz. İzmir özelinden bakarsak şehrimiz için birçok orta vadeli proje ortaya çıkacak ve kamuoyuna sunulacaktır. Uzun vadede bakar isek İzmir gelecekte nasıl bir şehir olmalı? İzmir’e 2050 vizyonu biçseydiniz neler söylerdiniz?

Tabi bu işler öyle biçmeyle kesmeyle hemen olsaydı İzmir şimdilerde dünyanın önemli cazibe merkezi şehirlerinden biri olurdu, bu bir süreç ve yönetim işi.. Bu an olma yolunda ilerliyor, yapılanları takip ediyorum, danışan olursa destek veriyorum, veriyoruz. Tabi bu noktada mühim olan projelerin ortaya çıkması ve kamuoyuna sunulması değil, projelerin uygulamaya konulup tamamlanabilmesidir. Bizi gelecek yıllara taşıyacak olan da uygulanan ve bitirilen projeler olacaktır, sunulan ve kağıt üzerinde kalan değil.. Evet, önümüzde bir yerel seçim süreci var, aday adaylarına kim seçilirse seçilsin sağlam bir danışman kadroya sahip olmalarını hararetle salık veririm. Zira artık bu işler bırakın 70’leri 80’leri, 90’lardan kalma bir zihniyetle dahi kotarılamıyor, görüyoruz.
2000’li yılları taşıyabilecek bir donanım, bilgi, vizyon, teknolojik hakimiyet, çağı ve halkını yakalayabilen, her alanda iletişim yeteneğine sahip ve geleceği öngörebilen bir zihniyetle hareket eden bir başkan ve danışman ekiple şehirlerimiz kimlik kazanıp, hayal ettiğimiz görünümüne kavuşacaktır, bu İzmir için de böyle.. Bir de hızla küreselleşen ve teknolojik gelişmelere paralel oluşan yeni dünya düzeninde uluslararası ölçekteki yerel belediyecilikte hizmet ve hizmet kalitesi nedir/ne değildir, buna da hakim olarak…
Yoksa İzmir’in nasıl bir şehir olması gerektiğini yıllardır çeşitli platformlarda, katıldığım toplantılarda, televizyon haberciliği yaptığım dönemde, makalelerimde, turizm çalışmalarımda, süregelen televizyon programımızda, kısaca bulunduğum her ortamda zaten dile getiriyoruz, ki söylemeye dahi gerek yok, şehrin kendi dinamiği, potansiyeli, güçlü tarihi “ben şöyle bir şehir olmalıyım” diye bağırıyor zaten, görebilmek ve buna yönelik çalışmalarda bulunmak ve o çalışmaları tamamlamak önemli olan…
 
Şu ana kadar birçok iş alanında rol aldınız; Haberin oluşum sürecinin her kademesinde yer aldığınız televizyon haberciliği, anchorwomen, turizmcilikte MICE diye geçen (meeting-incentive-congress-event) kongre turizmi ve etkinlik yönetimi, halkla ilişkiler ve iletişim danışmanlığı, eğitmen, master of ceremonies, TV programcılığı ve sunuculuğu, internet medyası ve dahası… Kendinizi en rahat ve huzurlu hissettiğiniz iş kimliği hangisiydi?

Hepsi… Sonuçta baktığında hepsi “organizasyon” tabanlı.. Ha tabi ne var, iyi ki çalışma hayatıma televizyon haberciliğiyle başlamışım, bu almak isteyen insanı öylesine besleyen ve geliştiren bir meslek ki, size müthiş bir araştırma yeteneği, bilgi hakimiyeti ve donanım sağlıyor. Ve yıllar boyu devam eden ve sonrasında da alışıp yaşam tarzın haline gelen bu durum sonucunda elde ettiğin bilgi ve birikimlerin, insana her alanda müthiş bir fayda sağlıyor. Tabi dediğim gibi, bunu bu şekilde görüp değerlendirebilen için.. Bir de tek bir iş yaparsam sıkılırım. Şu saydığın birbirine paralel işlerin çoğuna devam ediyorum zaten hali hazırda.. Danışmanlıklarımda ve eğitimlerimde ise kurumlara ve bireylere fayda sağlamak beni hayata karşı müthiş motive ediyor, bilgi paylaşımını ve bir şeylerin iyiye/olumluya doğru gitmesine vesile olmayı, gelişmesini görmeyi seviyorum ve haz duyuyorum. İletişimi kuvvetli, farklı fikirlerde dahi olsalar birbirini anlayabilen ve dinleyebilen insanlarla gelişeceğiz sonuçta, bu çok önemli! 

Kariyer yolunuza nasıl başladığınızı anlatabilir misiniz?

Üniversitede okurken çalışan ve habercilik/yayıncılık mikrobunu kapanlardanım. Yeni Asır-Sabah grubu Dinç Bilgin-Aydın Bilgin döneminde aynı zamanda ATV İzmir bürosu olan Yeni TV Haber Merkezi’nde seslendirme, haber spikerliği, haber program yapımcılığı, sonrasında Kanal 1’de haberin oluşumundaki her kademede, ara haber, ana haber, sabah ve öğle kuşağı özel haber bültenlerinin hazırlanması-sunumu, ekonomi haberlerinin hazırlanması-sunumu, röportajlar, seslendirmeler, redaksiyonlar ve bana adeta bir okul daha bitirten Ana Haber sonrası haftada bir sunduğum siyasetten, ekonomiye, iş dünyasından, kültür, sanat ve eğitime dek uzanan konu ve konuklarla Tartışı-yorum programının yapımı ve sunumu, ki bu tarz geniş kapsamlı, çok katılımlı programları normalde bir ekip hazırlar, ben tek başıma yürütüyordum o dönem, akabinde de
TRT 1. TRT’de de yine röportajlarını, seslendirmesini yaptığım ve sunduğum Trafik programıyla devam etti. Ve gelen 2000 krizi, diğer tabirle kara çarşamba ve medya sektöründe yaşanan sıkıntılar, kapatılan gazete ekleri ve tv kanalları vs derken, 10 yılı aşkın süren medya çalışmalarımın ardından çok değerli üstadımız Betûl Mardin’le bir etkinlik yönetimi projesinde birlikte çalışmamızla başlayan ve sonrasında 6 seneye yakın kongre turizmi yapan bir firmada önce Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörü, sonrasında Genel Müdür Yardımcısı olarak görev almamla devam eden bir süreç benimkisi… Ve bu an 6. yılını dolduracak olan kendi kurduğum firmam On-Art İletişim Danışmanlığı’nda bu işlerimi sürdürüyorum.
 
17 Ağustos 1999 Marmara depreminde aktif rol alan habercilerdendiniz. 8–9 saatlik kesintisiz bir canlı yayın performansınız var. O günlere dönersek olanları nasıl değerlendiriyorsunuz? Yaşananlar için geçmişe baktığınızda neler düşünüyorsunuz. Bugüne kadar depreme karşı mücadelede sizce bir yol kat edebildik mi?

Bu konuya hali hazırda yeterli önemi göstermediğimiz son yaşadığımız Van depreminde bir kez daha ortaya çıktı, depreme dayanıklı binalar zamanında yapılmadığı için maalesef bunun korkusu ve tedirginliğiyle yaşamaya devam ediyoruz. Depremin ne zaman geleceği ve şiddetinin ne olacağını bilemeyiz ama en az hasarla atlatmaya yönelik önlemleri almak ve korunabildiğimiz kadar korunmak insan olarak elimizde…
 
Hele ki 17 Ağustos gibi büyük bir depremi yaşayan bir ülke olarak, hızla önleyici tedbirleri almamız ve almakla da kalmayıp uygulamaya koymamız gerekir. Biliyorsun ki 17 Ağustos sonrası bir deprem vergisi gündeme geldi 99’da, yapı denetimi ve kontrolü arttırıldı ama ruhsatlandırma işlemleri sağlıklı yürütüldü mü ya da yürütülüyor mu bakmak lazım… Zira yıkılan binalara ruhsat verildiğini gördük yaşadığımız depremlerde, deprem yasası yani kentsel dönüşüm yasası daha geçen yıl meclisten çıktı ve uygulamaya başlandı. Bunun bir rantsal dönüşüme uğramaması için de etik olarak ayrıca hassasiyet gösterilmesi gerekir ki sağlıklı sonuçlar alalım.  Toplum olarak çabuk unutuyoruz bu aşikâr ama 17 Ağustos’la karşı karşıya kaldığımız görüntüleri unutmak mümkün değil.. Bir de o acı dolu korkunç görüntüleri görüp izleyip yayında izleyicinize anlattığınızı düşünün, hafızalarınıza kazınıyor adeta…
 
 
Kariyerinize baktığımızda turizm sektöründe de yer aldığınızı görüyoruz. Malum EXPO 2020 sürecini yaşıyoruz. Hem bir iletişimci hem de turizm sektörünü yakından tanıyan birisi olarak EXPO 2020 sürecimizi nasıl değerlendiriyorsunuz. Başarı şansımız nedir?

İzmir alsın, kim istemez. Tabi ki bir İzmirli olarak cân-ı gönülden dilerim. İletişim süreci açısından baktığımızda bir stratejik planlama ve lobicilikten ne kadar nasibini alıyor. EXPO 2020 için yapılan çalışmalar, ona bakmak lazım.. Şüphesiz istikrarlı bir rotada yapılan tanıtımlar ve etkinliklerle, ilgili kişi ve kuruluşlara uluslararası anlamda bire bir ve sıkı bir markaj yapılması lazım gelmekte. Yönetimsel olarak bu tam manasıyla yapılıyor mu yani bir strateji doğrultusunda mı gidiyor çalışmalar ve lobi faaliyetleri, bilemiyorum. Bunlar PR’ın olmazsa olmazıdır biliyorsun hele de böyle uluslararası organizasyonlarda bunun önemi daha da artar.
 Bu işleri delege ederken her kim olursa olsun her şeyden önce İzmir’in geçmişini, tarihini, kültür sanat yaşamını, turizmini, insanını kısaca “kentin dokusunu” bilen ve konusunun uzmanı kişi ve kurumlarla işbirliği yapılmalı ki aday olarak hiçbir şekilde açığımız olmasın, çarklar kontrolümüz dâhilinde sağlıklı işlesin. Bu ve buna benzer gördüğüm, hatta bizzat yaşadığım olmaması gereken şaşırtıcı durumlar nedeniyle bazı önyargılarım var ama umuyorum ve diliyorum ki EXPO 2020 elbette İzmir’in olsun.
 
Çalışmalarınızın yanında İzmir’de gerçekleştirilmesi zor bir adım attığınızı görüyoruz. On-Art İletişim Danışmanlığı adlı bir firma sahibisiniz. Herkes bu işler İstanbul’da olur derken siz İzmir’de bu işi yapıyorsunuz. İzmirli genç iletişimcilere neler tavsiye edersiniz?

İstanbul’da bu işleri yapmak kolay, mühim olan İzmir’de yapabilmek… Zira iki şehrin iş potansiyeli herkesin gördüğü ve bildiği gibi mukayese dahi götürmez. Ancak bir de şu var, ofisinizin İzmir’de olması sadece İzmir’e hizmet vereceğiniz anlamına gelmiyor hele hele küreselleşme ve iletişimin hızına yetişemediğimiz bu dönemde, siz çalışmak istediğiniz sürece bir uçak biletine bakıyor, bırakın yurtiçini varsa kapasite ve hakimiyetiniz yurtdışında bir firmaya dahi hizmet verebilirsiniz, bu böyle artık.. Ve gittikçe spesifikleşen iş alanlarında hiç bilmediğimiz isimlerin bir anda popüler olabildiğine şahit oluyoruz, bunu özellikle sosyal medyada, e-ticaret ve internet ortamında çok gördük ve görmeye devam ediyoruz. Çünkü her şey orada dönüyor artık, yeni medya düzeni, yeni dünya düzenini de belirliyor.
Y ve Z kuşaklarına göre İK planlamaları yapıyor artık iş dünyası, özellikle Z kuşağı ve ebeveynleri markaları vezir de rezil de edebilecek duruma getirebiliyor, örneklerini dünyada markaların yaşadıkları vakalarda görüyoruz. Dolayısıyla inovasyonu gözetirken bu noktayı asla göz ardı etmemeliyiz. Genç arkadaşlarım ne yaparlarsa yapsınlar, en iyisini yapmaya çalışsınlar. Yeni ve fark yaratacak işlere imza atma gayretinde olsunlar, sevdikleri işi yapsınlar, hayata ve işlerine dair hep bir merak duyguları olsun, araştırsınlar, okurken mutlaka çalışsınlar ya da staj yapsınlar. Bu yapacakları, mesleğe dair kendilerini deşifre etmelerine yardımcı olacaktır. Mesleklerine–sektörlerine dair gelişmeleri, yerli-yabancı yayınları ve gündemi iyi takip etsinler, farklı ilgi alanları olsun ve o yönde de kendilerini geliştirsinler, hep üretsinler, ne olursa olsun hiç yılmasınlar ve daima tutkulu yaşasınlar.
 
Aynı zamanda aktif bir sivil toplum gönüllüsü olduğunuzu da görüyoruz. Fahri Trafik Müfettişleri Derneği’ndesiniz, Rotaryensiniz, Türkiye-İrlanda İşadamları Derneği’nin kurucularındansınız ve Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyorsunuz. Bunların dışında farklı STK’lara üyeliğiniz de söz konusu.. Hem iş hem de sivil toplum hayatına aktif olarak katılan bir iş kadını olarak Türkiye’de ki kadın-erkek eşitliği için neler dersiniz?

Derinlemesine tartışılacak çok uzun bir konu, nitekim benim de her zaman öncelikli konularımdandır. Eşitlik tabi söz konusu değil ama en azından aradaki makasın zamanla az da olsa kapanmaya başladığını görmek sevindirici, hele de iş dünyasında cam tavan sendromlarının yaşandığı, ataerkil bir toplum yapısındaki ülkemizde akademik yaşamdan iş dünyasına, ülke yönetiminden siyasetin her kadamesine, kadın yönetici ve çalışan sayısına şöyle bir baktığınızda aslında her şey ortada, pek de yorum yapmaya gerek kalmıyor. Kadına şiddet her ne kadar yasal düzenlemeler yapılıp bir bir uygulamaya konulsa da hala ülke gündemimizin en önemli sorunlarından, fırsat eşitliği, eşit işe eşit ücret ve bunun gibi nice sorunlarla boğuşuyor kadınlar, tabi bunun yanında bir de evdeki sorumlulukları var. Dolayısıyla bu anlamda atılan her adım, yapılan her çalışma, ülke ve toplum olarak gelişebilmemiz adına son derece önemli… Özellikle de erkeklerin yapacakları ve destekleri... 
 
On-Art İletişim Danışmanlığı olarak başlattığınız ve bir ilk olan projeniz Art 10 Fikir Atölyeleri kapsamında İzmir’de konusunda ünlü isimleri ağırlıyorsunuz, konsept atölyeler düzenliyorsunuz. Geçtiğimiz günlerde de Türk edebiyatının önemli yazarlarından Pınar Kür’le Ayvalık’ta bir yazarlık atölyesi gerçekleştirdiniz. Daha önceki dönemlerde ise Prof İlber Ortaylı başta olmak üzere Ayhan Sicimoğlu, Kürşat Başar, Stefano D’anna vb gibi çok önemli isimlerle beraber olma ve dinleme imkanı bulmuştu, İzmirliler. Önümüzdeki dönemde planlarınız nelerdir? Yakında İzmirliler’le kimleri buluşturacaksınız?

Evet, 2009’dan bu yana dile kolay dört yıl olmuş, bu sene beşinci yılı olacak inşallah.. On-Art’ın kâr amacı gütmeyen, İzmir’in tanıtımını hedef alan prestij projesidir, Art 10 Fikir Atölyeleri.. O kadar öne çıktı ki sadece bu işi yaptığımızı sananlar oldu. Tabi böyle değerli ve tanınmış isimlerle bu projeyi başlatmak ve sürdürmek gerçekten çok önemli…
 İzmir’in kültür sanat yaşamında ilk olmasının yanı sıra ciddi bir alternatif oldu, örnek oldu, aynısı değil tabi ama benzerleri yapılmaya çalışıldı ancak Art 10 her zaman farklı çizgisini dönem dönem daha da renkli kılarak devam ettirdi, talep gördüğü müddetçe de devam ettirecektir. Hem kokteylin hem söyleşinin hem canlı performansın hem de imza etkinliğinin bir arada olduğu bir ilk gerçekten ve İzmir’de bu isimleri ağırlamak önemli.. Evet birçok yerli yabancı kıymetli isim geldi gitti, davet edip gelen bu değerli isimlerle birlikte işbirliği yaptığımız firmalarımızın da katkısı şüphesiz tabi, önce Kordon Hotel, sonra Key Hotel, akabinde Hilton İzmir, işbirliği yaptığımız otellerimiz…
 
Bu sene bakalım nasıl gelişecek, kimleri ağırlayacak İzmir’de Art 10 Fikir Atölyeleri, önümüzdeki günlerde göreceğiz, sürpriz olsun.
Ancak katılımcılarımız takip ettikleri www.on-art.net web sitemizden görmek istedikleri isimleri de mail yoluyla paylaşıyorlar, elbette onları da dikkate alıyoruz.  


Yıllar süren bir kariyeriniz olduğunu görmekle birlikte aynı zamanda oldukça sağlıklı ve fit görünüyorsunuz. Bu formunuzu neye borçlusunuz?

Öyle görünüyorsam ne mutlu... Çalışmaya, üretmeye ve düzenli yaşamaya borçluyum gibi klasik bir yanıt vereyim diyeceğim ama genetik olarak da aileden gelen bir durum bu, bizim eski kuşakta da şimdiki kuşakta da hep ince ve uzun vücut tipleri var. Bu da tabi büyük avantaj!
Ancak yaş ilerledikçe ne olursa olsun mutlaka dikkat etmek gerekiyor ve bir yaştan sonra alınan kiloları vermek daha da zorlaşıyor, diyet yapmadım hiç ama yediğime içtiğime çok dikkat ederim, Akdeniz tipi ve balık (deniz ürünleri) ağırlıklı beslenirim, bol yürüyüş yaparım ve iyi de yüzerim.
 
10 Eylül 2013 Perşembe
 
 
 

^ Sayfa Başına Dön