Ege Telgraf - Gülşah Elikbank - 20 Eylül 2014 Cumartesi

Bu hafta kalbi İzmir için atan, yaratıcı, dinamik kadınlardan biriyle buluştum. Gerek enerjisi gerek anlattıklarıyla her zaman ilgiyle dinlediğim Sevgili Aylin ONART'la, gündemi, siyaseti, sanatı ve elbette İzmir'i konuştuk, dertleştik. Ortaya çok keyifli bir söyleşi çıktı.
 



Siz kurumsal itibar yönetimi danışmanlığı yapıyorsunuz. Şu anki siyasi ortama bakınca siyasilerin, özellikle de parti başkanlarının itibar yönetimini doğru yaptığını düşünüyor musunuz?

Siyasi iletişim tabi, başlı başına ele alınması gereken bir konu ama siyasi travmaların, krizlerin bu denli yoğun yaşandığı ülkemizde bu konuya dair kesin bir dille “bu böyledir, şu şöyledir, şu şekilde yapılmalıdır” demek, ahkâm kesmek tuhaf olur. Hele de özünde şeffaflık, hesap verebilirlik, dürüstlük, adil ve etik olma gibi önemli değerleri içeren itibar yönetiminde ise, bu değerleri bünyesinde barındıran bir siyaset varsa ancak siyasi parti başkanlarının da itibar yönetiminden bahsedebiliriz. Yoksa bir makyajlama çalışması ise yapılmak istenen, yani mazrufa bakmadan zarfı parlatma, cilalama ve en iyi zarf (-mış) gibi göstermekse iş, bir müddet sonra öyle olmadığı anlaşılıp görülünce pul pul dökülecektir o makyaj… İtibar yönetimi değildir yani o yapılan… Değerler üzerine oluşturulan saygınlığı yönetmek gerçekçiliği olan doğru bilgilerle ancak mümkün olabilir ve uzun bir yoldur, itibarın hemen oluşması beklenemez, bu yolda planlanan ve atılan her adım an be an itibarı inşa eder. Bu, bireyler için de kurumlar için de böyledir. İtibar yönetimi çok önemli ve hala tam olarak anlaşılamayan bir konu dolayısıyla bir gün umarım sadece bu konuyu ele aldığımız bir görüşme yaparız, bunun gibi daha bir çok önemli hususlar var içersinde zira..

Madem siyasetle başladık. Öyle devam edelim. Ben siyasilerin beden dilinin de çok etkili olduğunu düşünüyorum. Hitabet sanatında pek önemsenmeyen bir yan bu sanki. Siz bir uzman olarak beden dilinden mesajlar yakalıyor musunuz? Beden dilleri ne söylüyor siyasilerin? Beden dilini en iyi kullanan isim sizce kim?

Ne tek başına hitabet ne de tek başına beden dili etkilidir, bir bütün olarak bakılmalı. Nihayetinde bunlar da bireysel itibarın oluşumuna katkı sağlayan özellikler; etkili konuşma, beden dili, giyim kültürü (görüntü yönetimi de deniyor) ve görgü-nezaket dörtlüsü olarak sıralarsak, kişinin bunların hepsiyle bütünlüğünü sağlamış olması gerekir ki üzerinde etkisi olsun. Nihayetinde kitleleri arkanızdan sürükleyecek bir etki yaratıyorsunuz eğer bu özelliklerinizi layıkıyla kullanabiliyorsanız hele ki siyasette… Türkiye bir dönem çok renkli siyasi liderleri gördü biliyorsunuz ve hemen hepsinin kendine özgü bir beden dili var elbette, en aklımızda kalanları Süleyman Demirel’in şapkası ve şapkasını sallayarak verdiği selamı, Turgut Özal’ın iki elini başının üzerinde birleştirmesi, Tansu Çiller’in konuşurken bir elini yere paralel tutarak aşağı doğru keskin bir şekilde hareket ettirmesi, Necmettin Erbakan’ın baş parmağını onay işareti yapar gibi göstererek halkla buluşmaları gibi, kimi de Bülent Ecevit gibi Türkçe’yi yani dili iyi kullanan ve konuşan liderlerdi. Günümüze baktığımızda siyasi liderlerin beden dilinde ellerini yine etkili bir şekilde kullandığını görebiliriz; Recep Tayyip Erdoğan’ın kitlelerle buluşmalarında sıklıkla elini kalbinin üzerine koyarak “gönlümdesiniz” mesajını verdiği hareketi, Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini başına götürerek “başımın üstünde yeriniz var” mesajını verdiği hareketi, Devlet Bahçeli’nin de mücadeleci ruhunu gösteren ve konuşurken sürekli baş parmağını yukarıda tutarak elini aşağı yukarı hareket ettirmesi en akıllarda kalanları… Duruşta elbette endam dediğimiz, boy pos yani fiziksel özellikler de etkili ancak doğru kullanıldığı ve o endamın içi boş olmadığı takdirde… Etkili konuşmada konu hakimiyeti ve bilgi düzeyi önemlidir. Burada hitaplarından giyimlerine duruşlarına kadar tek tek ele alırsak uzar gider ama bir de “öfke kontrolü” konusuna dikkat çekmek isterim, bu konuda kişilerin, siyasilerin kendilerini geliştirmeleri çok önemli… Nihayetinde kontrol edilemeyen öfke, hem konuşmaya hem duruşa hem de düşünceye çok olumsuz yönde yansıyabiliyor.

Art 10 Fikir Atölyeleri çok beğenildi. Sizin deyiminizle İzmir’e de çok yakıştı. Peki bu sene devam edecek mi? Yeni sürprizler var mı?

Art 10 Fikir Atölyeleri bir ilk… Hem kokteyl, hem söyleşi, hem mini canlı performans ve hem de imzayı yani bu dördünü birden içinde barındıran 2-2,5 saatlik çok özel bir buluşma ve kâr amacı gütmeden 5 yıldır çabalarımızla gerçekleşiyor olması başarıdan ziyade mucize! Projeye başlarken İzmir’in tanıtımını hedef alsın, şirketimizin ve projeye destek veren firmaların prestij projesi olsun ve kentimizin kültür sanat yaşamına da farklı bir alternatifle katkı sağlasın istedim, öyle de oldu. Ki 5 yıl önce bu tarz genel katılıma açık 10-15 kişiye sonrasında gelişmesiyle en fazla 40 kişiye hitap eden özel atölyeler, buluşmalar yoktu, hele de böylesi kıymetli, celebrity isimlerle olanı… Bu anlamda da öncü olduğuna inanıyorum, daha sonra epey denendi gerek belediyeler gerek bazı kurumlarca benzerleri yapılmaya çalışıldı, çalışılıyor ama hala bu dört aktiviteyi içinde barındıran birebir aynı konseptte bir çalışma yok. Çünkü çok zor, bir şirket olarak kâr amacı gütmeden böyle bir projeyi yürütmek. Gelen kıymetli konuşmacıların bir kaşe bedeli var, öncelikle bunu karşılayabiliyor olmanız lazım ki bizim aldığımız katılım bedelleriyle ancak otel konaklaması, uçak bileti ve kokteyl masrafları karşılanabiliyor, dolayısıyla kaşe bedelleri için bu meblağ yeterli olamıyor. Biz de tanıtımları kuvvetli yaparak gelen kıymetli konuşmacılarımıza bu yönde yani tanınırlıklarına, bilinirliklerine, kitaplarına, cd’lerine ne üretiyorlarsa ona ciddi katkı sağlamaya ve destek olmaya gayret ettik ki basınımız da projemize her zaman destek verdi, buradan hem basınımıza hem ürün ve mekan bazında destek veren iş ortaklarımıza tekrar teşekkür etmek isterim. Kısaca kişisel dostluklarımız ve ilişkilerimizle iyi niyet çerçevesinde şekillendi ve gelen konuklarımızı da en iyi şekilde ağırlama gayretimiz hep üst düzeyde, belli standartlarda oldu, bu da karşılıklı memnuniyeti beraberinde getirdi ve getiriyor. Tabi “ben profesyonel çalışırım kaşe bedelimi alırım” diyen isimler de var doğal olarak, İzmir’e getirilen isimler kadar gelmesi yönünde teklif götürdüğüm bir o kadar hatta daha fazla ünlü isim var ama koşulları uyanlarla ancak yapılabiliyor. Bazen bazı firmalar, kurumlar şöyle düşünüyor olabilir, “bizim de ünlü olan tanıdıklarımız, dostlarımız var rica ederiz, gelir bizim firmamıza da bir söyleşi yapar, imza yapar.” Tabi gelir, ilişkileriniz iyiyse, sizden bir bedel talep etmeden, ama o bir maharet değil ki… Keşke Art 10 Fikir Atölyeleri’nin bir sponsoru olsa da bu kıymetli celebrity isimlerin kaşe bedellerini karşılayarak hepsiyle İzmirliler’i buluştursak, olması gereken budur. Onun için şahsi gayret ve çabalarımızla, bu projeye ürün ve mekan desteği veren firmalarımızla 5 yıl boyunca bu projeyi gerçekleştirmiş olmamız başarıdır ama daha ziyade mucizedir!

Betûl Mardin ile tanışmasaydınız şimdi hangi meslekte olurdunuz, bunu düşündünüz mü? O buluşma sizin için neleri değiştirdi?

Aslında bu tanışmadan çok kısa süre önce ben televizyon haberciliğini bırakmış ve bir firmada Basın ve Halkla İlişkiler Koordinatörü olarak çalışmaya başlamıştım, başlamamdan kısa bir süre sonra da çok sevdiğim kıymetli üstadımızla tanışmam, sektörde kalmam yönündeki kanaatimi tetikledi ve sağlamlaştırdı. Bireylere ve kurumlara verdiğim danışmanlıkla onların iyiye gidişatında yön verebilmek, etkili olmak ve fayda sağlamak bana müthiş bir haz veriyor, mutlu ediyor çünkü, bazen bunun için dünyaya geldiğimi bile düşünürüm. Tabi televizyon haberciliği ve programcılığı virüsü de kanıma girdi bir kere ilk göz ağrısı olarak, dolayısıyla dönem dönem işlerimden fırsat buldukça tv programlarına devam ediyorum. Geçen sene başlayan ve ciddi bir izleyici kitlesini yakalayan Akşam Kahvesi adlı iş, akademi ve kültür sanat alanında öne çıkan isimleri konuk ettiğim programımız bu yeni yayın döneminde de farklı bir kanalda devam edecek, bunun da hazırlıklarını yapıyoruz. 

Tanrılar Okulu’nun yazarı Stefano D’anna’yı İzmirliler’le siz buluşturmuştunuz. Geçen hafta kendisi aramızdan ayrıldı maalesef. Onunla ilgili gözlemlerinizi belki bizimle paylaşmak istersiniz…

Evet, Art 10 Fikir Atölyeleri’nin kıymetli konuşmacılarındandı. Zamandan bağımsız olmayı, zamansız bir boyuta geçmeyi, ölümsüz olmayı savunan D’anna’nın ölümü hepimizi şaşırttı, inanamadım. Her şeyin düş kurmakla başladığına inanan ve bunu anlatan Tanrılar Okulu kitabıyla tüm dünyada ciddi bir etki yarattı. Düşleyen liderler yaratmak gerektiğini bunu da sınırlamalar olmadan, yeni nesil düşleyenlerin zamanın ötesine geçerek bunu yapabileceğini hep anlattı. Bunun için de eğitimin değişmesi gerektiğini, yalınlaştırarak yapılan, azaltarak yapılan eğitimin daha berrak gören, daha alçakgönüllü bireylerin yetişmesini sağlayacağını savunuyordu. Bu anlamda da ciddi bir farkındalık ve bilinç yarattı insanlarda… Umarım dokunduğu, temas ettiği yeni nesilden önümüzdeki süreçte arzu ettiği gibi bu anlayışta yeni liderler çıkar. Kendisini, tanışmayı çok istediği Art 10 Fikir Atölyeleri’nde diğer bir kıymetlimiz Prof İlber Ortaylı'yla Topkapı Sarayı'nda tanıştırdığım anı ise hiç unutamam. “Kendi hayatının efendisi olabilmek için kendini gözlemle, kendi üzerinde çalış ve kendini bil. Düşleme sanatını öğren.” ve “Kendini yenmek kadar kutsal bir savaş, kendi sınırlarını aşmak kadar büyük bir zafer yoktur. Düşünü sev!” diyen ve Mevlana düşüncesine de çok yakın olan, insanlığa fayda sağlayan Stefano D’anna ışıklar içinde uyusun.

İzmirli gençler burada kalmak istemiyor. Çünkü iş sorunu var, yeni yatırım yok, şehir büyümüyor bu anlamda. Siz bir iletişim danışmanı olarak İzmir markasına ne önerirsiniz?

Evet bu yönde genel bir algı var ama yapılanları da görmeyip hep bu yönde yapıcı değil yıkıcı eleştirilere de pek prim vermemek lazım. Mesela işsizlik sorunu Türkiye’nin hatta dünyanın sorunu, sadece İzmir’e özgü değil elbette, ama bu demek değildir ki İzmir’de bu yönde bir çalışma yapılmasın. Ki son dönemlerde beyin göçünün tersine döndüğü ve artık çalışmak için gençlerin İzmir’i tercih etmeye başladığına dair haberleri de takip ediyoruz. Yani mevcut durumu iyi okumak, iyi görmek, yapılanı ve yapılmayanı iyi ayırt etmek gerektiğine inanıyorum. Dolayısıyla da buna göre hareket etmek. Aslında sıkıntı galiba bu; “hareket etmek” Bunu tam randımanlı bir şekilde yapamıyoruz İzmir olarak. Yoksa İzmir markasına  ne öneriler yaptık, yapıldı ve hala daha yapılıyor. Önerilerin yapılması mühim ama daha mühim olan, bu önerilerin hangisi kentimize uygunsa onu seçip uygulamaya konulması yani harekete geçilmesi. İş artık salon toplantılarında uzun uzun görüşmeler yapmanın çok ötesine geçmiş durumda.. Salondan artık çıkıp sahada harekete geçmeli… Daha fazla geç kalmadan…

Atölyelerde çok değişik isimleri ağırladınız. Bu isimleri sizden bir cümle ile anlatmanızı istesem, neler söylerdiniz? Bir de İzmirliler’le buluşturmayı hayal ettiğiniz bir isim var mı? Hani henüz ikna edemediğiniz?

Hepsi çok kıymetli ve her birine projemizde yer aldıkları için müteşekkirim. Her biri nev-i şahsına münhasır, alanlarında bir numara ve asla bir cümleye sığamayacak, bir cümleyle anlatılamayacak değere sahipler.. Bu bir ikna işi değil az önce de bahsettiğim gibi, koşulları uyan ya da uymayan isimler diyelim, dolayısıyla atölyelerde yer almak isteyen her ismin başımızın üzerinde yeri var yoksa…

Mesleğin mutfağından gelen biri olarak medyanın şu anki durumunu nasıl buluyorsunuz? Gazetelerin tirajları, televizyonların reyting savaşları, her gün işsizler ordusuna eklenen gazeteciler?

Genel durum itibarıyla baktığımızda iç açıcı olduğunu söyleyemeyiz. Maalesef her dönem Türkiye bunu yaşıyor, güç kimdeyse, kim iktidarsa medya ona göre şekilleniyor, ne zaman bunu aşarız, o zaman basınımızda olması gereken düzeyi yakalarız diye düşünüyorum. Bu da patronaj sisteminin değişmesiyle mümkün.. Gazeteci kökenli patronlar, gazeteci kökenli gazete sahipleriyle yönetilirse bir gazete, ancak mümkün… Çok kolay değil bu, hele de ekonomik açıdan... Bugün birçok kıymetli gazeteci, gazetecilik mesleğini yapamıyor. Basın özgürlüğünde 180 ülke içerisinde 154. sıradayız. Medyada yer alan kadın gazeteci, kadın yönetici sayısına ise hiç değinmeyelim, artacağına gittikçe azalıyor. Ancak internet gazeteciliğini de göz ardı etmemek lazım, tabletlerden okunuyor artık bugün gazeteler ve dergiler, bu durum, ilerleyen süreçte yeni medya düzenini bu yönde şekillendirecek, işte o zaman oluşacak sistem ve tablo da medya sektörünün geleceği açısından çok önemli.. Bunu şimdiden öngörüp yeni düzenlemeler, planlamalar yapan basın kuruluşları var, takip edenler görüyordur. Bu süreci iyi okumak ve buna uygun yeni uygulamalar geliştirmek artık şart…

Ülkede neredeyse her gün bir acıya uyanıyoruz. Peki ya şirketlerimiz, belediyelerimiz kriz yönetiminde başarılı mı? Son dönemde yaşadığımız olayları göz önüne alınca? 

Başarılı olanları da olmayanları da zaman içersinde görüyoruz, bunun önemini idrak edip benimseyen ve ciddiyetle ele alan firmalar, zaten itibar yönetimini de hassasiyetle gerçekleştirenler ve bu yönde süreklilik arz eden adımlar atanlardır. Genele baktığımızda ise firmaların ne yazık ki tam anlamıyla kriz iletişimi ve yönetiminin önemine varamadıklarını görüyoruz, işte son olarak yaşadığımız bir Soma olayı… Firmanın bu kriz anındaki duruşu ve yaklaşımı, o krizi çözmek isterlerken kendi içinde başka bir krizi daha oluşturdu. Kriz iletişiminde doğru ve şeffaf bilgi paylaşımı ve bu bilgi paylaşımının sürekliliği esastır. Kriz, hasar demektir. Bu hasarın (maddi-manevi her ne ise) tespiti ve telafi edilmesine yönelik yapılması planlananların açıkça, net bir şekilde ifade edilmesi gerekir. Facianın ardından nasıl olduğuna, olduktan sonraki süreçle yapılanlara dair günlerce açıklama yapılmadığı gibi üstüne bir de düzenlenen basın toplantısında yaşananlarla kriz iletişimi, iletişim kaosuna dönüşüp yeni bir krizi doğurdu. Basın toplantısında doğru bilgileri almak için merakla bekleyen basın ve kamuoyu, bırakın net bir cevap almayı, karşılarında ses tonuyla, vücut diliyle, konuya hakimiyetiyle, duruşuyla, hitabıyla son derece zayıf ve yetersiz bir yönetici grubuyla karşılaştı, çelişkili açıklamalar zaten üzüntü içersinde olan halkı, böylesine hassas bir konuda ikna edemedi, inandırıcı olamadı. Basın toplantısının yapılacağı mekanın fiziki koşulları ve uygun ortamın sağlanamaması da başka bir yetersizlik… Ve sonuç ortada.. Şirket yönetimlerinin bir ayağı da kriz yönetimidir, bu olay bize bu facianın yaşandığı şirketin yöneticilerinin kriz iletişimine dair bir eğitim almadığını, kriz yönetimi nedir/ne değildir, nasıl hareket edilmesi gerekir, konularında bilgi sahibi olmadığını gösterdi. İtibarına, itibar yönetimine önem veren firma ve kurumlar, bu olumsuz durumları yaşamamak adına kriz yönetimini öğrenen, bilen ve kriz iletişim planlarını hazırlayan, bu konuda danışmanlık alanlardır.

20 Eylül 2014 Cumartesi

^ Sayfa Başına Dön