Kadınların yüzyılı...

Bu yüzyıl kadınların yüzyılı olacak, sözünü müteaddit defalar duymuşuzdur bu dönem...

Kadınların iş gücüne katılımı ve yükselişini, tüm dünyada geçmişe nazaran daha farklı bir ivmeyle gözlemliyor, yaşıyoruz. 

Ancak içinde olduğumuz 2015 yılına geldiğimizde hala kadına yer aç-mış gibi yapan erkek zihniyeti hüküm sürüyor. Ne zaman gelişecek, ne zaman evrilecek bu zihniyet bir muamma...

Sadece ülkemize özgü bir sorun değil elbette, dünyada da kağnı hızıyla yaşanan değişimi -ki erkekler hissedebiliyor mu hala emin olamıyor insan-, ölçümlediğimizde yani rakamlara baktığımızda geçmişte çok ağır bir tempoda seyrettiğini görebiliyoruz.

Geçmişte ne kadar ağır ilerlese de günümüzde özellikle son 10 yılda dünyaya baktığımızda, 
aldıkları kararlar insanlığın kaderini etkileyen, ‘ekonomi ve politika onlardan sorulur’ diyebileceğimiz erkekler değil, kadınlar var artık.

Dünyanın en büyük ekonomisini yöneten FED’in başkanı Janet Yellen... Düşünün ki Amerika Merkez Bankası’nın 100 yıllık tarihinde başkanlık koltuğuna oturan ilk kadın!

Küresel piyasalar, 100 yıl sonra bir kadının, Yellen’in ağzından çıkacak sözcükleri nefesini tutarak takip ediyor. 

Bir diğer isim yine bir ilk... IMF’nin 60 yıllık tarihindeki ilk kadın başkanı Christine Lagarde... Hani şu iklim değişikliği ve küresel ısınma nedeniyle ‘Tavuklar gibi kızaracağız” diyen Lagarde...

2011’de göreve geldi ve ikinci kez seçildiği başkanlık görevine halen devam ediyor.
Global ölçekte mali sistemin düzenleyicisi, ona ‘finans piyasasının gri saçlı maskülen lideri’ deniyor, Uluslararası Para Fonu IMF’yi yönetiyor.

Ve Avrupa’nın patronu, 1871 yılında modern bir devlet olmasından bu yana Almanya’yı yöneten ve yeniden birleştiren ilk kadın şansölye... Varın kaç yıllık devlet tarihinde ilk kez olduğunu siz hesaplayın, 2005’ten bu yana Almanya’nın Başbakanı Angela Merkel...
Euro bölgesi krizinde, Avrupa’ya mülteci akınında ve daha birçok konuda son sözü söyleyen isim... Bu 3 kadın, dünyanın kaderini değiştirebilecek etkide... 

Tabi bu 3 önemli ismin dışında kadınları saymak mümkün; İngiltere Başbakanı Therasa May...
Thatcher’dan sonra göreve gelen ilk kadın başbakan... Hatta İngiliz basını onu tıpkı Thatcher gibi ‘Yeni Demir Leydi’ unvanıyla öne çıkarıyor. Yulia Timoşenko, Benazir Butto, Ellen Johnson, Beatriz Merino Lucero, Christina Fernandez de Kirchner, Ewa Kopacz gibi ilkleri de
ve onlardan sonra gelen isimleri de sıralayabiliriz.

Biz de ise ilk ve bu an için tek olan kadın başbakan Tansu Çiller...
Bakalım önümüzdeki seçimlerde kaç kadın milletvekilini aday ve seçilebilir sıralarda göreceğiz. 

Yani kağnı hızı derken aslında az bile ölçeklendirmiş oluyoruz, zira 60 yıl, 100 yıl sonra gelen kadın liderler söz konusu...

Dünya Ekonomik Forumu’nun Gender Gap Raporu bile ilk kez 2006 yılında hazırlanmaya başlıyor. Kaç kuşak değişecek de yarı yarıya tabir edilen %50 seviyesine durum gelecek acaba? Aslında yavaş da olsa bu saydıklarımız, kadına yönelik eğilimin göstergesi niteliğinde...  
Bu perspektiften bakabilmeyi ve bunun ne ifade ettiğini umarım erkekler hissedebiliyordur. 

Ulusal ve uluslararası ölçekte kurum ve kuruluşlarda ilk ve tek kadın olmak elbette bir adım olması açısından çok önemli... Ancak sonrasında bu teklik, yanına ikinci, üçüncü, onuncu kadın eklenmezse, bir anlam ifade etmiyor ve bu işte bir tuhaflık olduğunu hissettiriyor.

Yani yıllarca bir yerde tek kadın başkan, lider vb olmayı öne sürerek itibar açısından kullanmak, kullananı da kullanan zihniyeti de artıya değil eksiye düşürüyor. Hele de yıldan yıla ‘tek’likte hiçbir değişim olmuyorsa... Sağlıksız işleyişi, maskülen duruşun sarsılmazlığını ve kadına yer açmanın söz konusu olamadığını veya olmadığını gösteriyor. Övünülecek bir durum olmaktan da çıkıyor. Dolayısıyla dünyada kadınların yükselişine dair bu eğilimi yakalamalı ve dışında kalmamak için hızımızı artırmalıyız. 

Hemen her platformda; ister devlet kademesinde, ister kamu veya özel sektörde hep aynı söylemler ve kadına destek açıklamaları duyuyor, hatta, -ne münasebet kota olacak dediğimiz- kotaların sözde yükseltilmesi ancak yükseltilen oranlara dahi uygulamada riayet edilmemesine şahit oluyoruz. 

Sahici olmalıyız. Zira inandırıcılıktan ve samimiyetten uzak olunursa güven ve saygınlık da olmaz. Destek veriyor-muş gibi duruşlara asla itibar edilmez, kendimizi kandırmış oluruz.
Tarih boyu geç işleyen ancak son yıllarda hız kazanan süreç elbet yürür gider ancak biz yine ayak uyduramadan sürecin ve dünyanın gerisinde kalır, vasatlıkla uğraşarak patinaj çekip dururuz. 

Dünyada kadınların toplam kazancı 13 trilyon dolarken, harcama güçleri 20 trilyon dolar...
2014 yılında not almışım. Harcama konusunda karar verici kadınlar, tüketici olarak karar alma
ve tüketim ekonomisini yönetme konusunda ciddi bir potansiyel... Böyle de bir gerçek var.
Küresel ölçekte iş dünyası da bu değişimden nasibini alıyor, kadınların yönetim kademelerinde
görevler aldığını görüyoruz. 

Ülkemizde de siyasetten iş yaşamına ve sivil toplum kuruluşlarına dek kotaya ihtiyaç duyulmadan yarı yarıya eşit bir yüzdeye ulaşmak istiyorsak ‘olmalı, yapılmalı, -meli, -malı’ söylemlerini bırakıp, bu yönde adımlar atarak samimiyetimizi ortaya koymalıyız ki inandırıcı olalım.

Kadına yer açıyor-muş, destek veriyor-muş gibi yapıp, dillerde ve yazılı kağıtta kalan sözler yerine, şeffaflığın giderek bizi içine çektiği ve şeffaf olmayanın yok olmaya mahkum olacağı bir dönemde, gerçek hissiyatlarımızı ortaya koyalım, zira sahte ile gerçek hiçbir zaman aynı etkiyi yaratmıyor, sonuca da götürmüyor.
Kendimizi kandırmayalım.
Treni kaçırmayalım.  

Aylin ONART
8 Mart 2015

^ Sayfa Başına Dön