DEZENFORMASYONUN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ

DEZENFORMASYONUN ÖNLENEMEZ YÜKSELİŞİ
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

Korona sürecinde çoğumuzun düşündüğü acaba insanoğlu, kendini düzeltecek mi? Pandeminin aynalamasıyla kendi gerçekliğiyle yüz yüze gelip, bireysel bir yenilenmeyle hızla yuvarlandığı tüketim çılgınlığını fark edebilecek mi sorularıydı.

Bu hem bireysel anlamda, hem de dünya üzerinde yaşadığımız küresel ısınma, iklim değişikliği, ırkçılık, kapitalizm, toplum dayanışması, sağlık, insan ilişkileri ve iletişim, tarım, gıdalar, üretim, toplumsal eşitlik, hayvan hakları, çevre ve yaşadığımız diğer tüm sorunlara dair bir fark ediş olabilecek miydi? Kısaca dünyayı yok etmeye değil de yaşatmaya evrilebilecek miydi zihniyetler?

Şehirlerin açılmaya, yasakların sonlanmaya başlaması ve insanların sokaklara fırlamasıyla birlikte bu yönde bir farkına varmaya rastlayabildiniz veya hissedebildiniz mi?
Sokakları gördükçe “hayır” dediğinizi duyar gibiyim. Yeni normale değil, kaldığı yerden devam eden yeni anormale doğru bir gidiş adeta…

"Heves ve hoşlanma duygularımızın doyurulmasıyla mutluluğu elde edebilmek için, Yunanların öğütledikleri ölçülülüğü göz önünde tutmalıyız. Ölçüyü kaçırırsak, mutluluk yerine, mutsuzluk doğabilir. Oburla iştahlı kişinin ayrılığı, birincinin bir zevk uğruna bütün öteki zevkleri harcamasındadır.
Bir zevke aşırı tutkun olanların, kökü derinlerde bulunan bir tedirginlikleri vardır ki,
bu tedirginlik onları mutsuz eder. İştahlı olalım ama, obur olmayalım." sözüyle
Bertrand Russell aslında insanın tükettikçe mutsuzluğa demir attığına işaret eder.

Keşke insanoğlu, tüketime dayalı sisteme dair iştahsız, öğrenme merakı ve bilgi sahibi olmaya dair de iştahtan öte obur olsaydı.

İNFODEMİ

Bilgi demişken birçok bilinmeyeni içinde barındıran Covid-19'un yol açtığı salgın, aslında tüm dünyada bir bilgi açlığı da doğurdu. Virüsün ne olduğu, nasıl korunulacağı, bulaşması, tedavisi vb hızla internette araştırılırken, ortaya çıkan bilgi kirliliği sonucu pandemi, bir yeni kavramı da üretti: İnfodemi!

“Bir problemle ilgili, çözümü zorlaştıracak derecede aşırı miktarda bilgi olması durumu” olarak tanımlanan infodemi, tıpkı pandemi gibi bilimsel yöntemlerle kontrol altına alınıp,
iyi yönetilmeyi gerektiriyor.

İnfodemi, dezenformasyonun yani çarpıtılmış bilginin hızla yayılması…
İnternet ortamında ve dijital medyada muazzam bir hızla yayılıyor.
Özellikle pandemi sürecinde sağlık alanındaki yanıltıcı ve yanlış bilgilerin, internette yazılanların, kullanıcıyı çoğu zaman korkutarak paniğe, depresyona ve anksiyeteye sürükleyebildiği belirtiliyor. Öyle ki, sosyal medyada yayılan yanlış bilgilerin yıkıcı etkisi olduğu ve kişilere yaygın bir mutsuzluk hissi verdiğini söyleyen Amerikalı terapist
Dr. Steven Stosny, kişiler üzerindeki bu etkiye “headline stress disorder” yani
“manşet stresi bozukluğu” diyor.

İnternette yayılan yanlış bilgiler aynı zamanda kişiler arasındaki ayrımcılığın ve gerginliğin de artmasına neden oluyor. Covid-19 salgını döneminde özellikle yanlış, abartılı, taraflı haberlerin etkisiyle ayrımcı söylem ve eylemler daha da arttı.

Günden güne kutuplaşan, ayrıştırılan bir dünyada da ve Türkiye’de de infodemiyi önleyebilmenin en etkili yollarından birisi, şeffaflık ve açıklık…

Özellikle kamuoyuna servis edilen haberlerin teyit edilmeden, araştırılmadan, eski bilginin yeni bilgiyle güncellenmeden paylaşılması, medyada hemen her gün bu konuyu bizlere tecrübe ettiriyor. Ve görüyoruz ki servis edilen bir haberi araştırıp, sorgulamadan, koşulsuz şartsız kabul edip inanan insan sayısı azımsanmayacak derecede fazla… Doğru bilgiyi merak edip araştırmak artık neredeyse bir “zahmet”, bir “külfet” olarak algılanır oldu. Hatta dijital mecrada haber linkinin başlığını görüp, linke tıklayıp içeriği okuma ihtiyacı dahi duymadan, yorum yapanlar var ve bu durum gittikçe artıyor. Hele de böyle salgın gibi kriz dönemlerinde… Bu yaklaşım hem bireyin kendisine hem topluma zarar veren bir durum…

İnsanı düzeltmeden dünyadaki hiçbir sorun düzelmez, klişe sözü bir tarafa, infodeminin mutlak surette profesyonel bir süreç yönetimiyle ele alınması gerekiyor. Yoksa bilgi kirliliği toplumların, kurumların ve bireylerin üzerine çığ gibi düşüyor, manipülasyon için bir memba teşkil ediyor. Bu noktada FACT yaklaşımı yalan haberlerin tespit edilmesinde önemli bir yöntem… İngilizce Find (Bul), Assess (Değerlendir), Create (Yarat) ve Target (Hedefle) kelimelerinin baş harflerinden oluşan FACT yöntemi, dezenformasyon kampanyalarına karşı doğru tepkileri verecek mekanizmaların kurulmasına da yardımcı oluyor.

ENTELEKTÜEL VE AHLAKİ TAVSİYE

Bir diğer konu da tüm bu sorunların rayına girmesi adına ahlakın ve eğitimin yükseltilmesi… Russell’la devam edersek, kendisine sorulan bir soruya verdiği cevap, aslında her şeyi özetliyor.

“Bundan 1000 yıl sonrasında yaşayan nesillere,  yaşadığınız hayat ve bundan çıkardığınız dersler hakkında ne söylerdiniz?” diye soruluyor Bertrand Russell’a…

Ünlü filozofun cevabı ise oldukça kısa ve öz oluyor.

“Biri entelektüel ve biri de ahlaki olmak üzere iki şey söylemek isterim. Onlara söylemek istediğim entelektüel şey şu;
Herhangi bir konuyu incelerken ya da herhangi bir felsefeyi değerlendirirken kendinize sadece ama sadece gerçeklerin ulaştırdığı doğruların, ne olduğunu sorun. Asla dikkatinizin inanmak istediğiniz ya da inanmanızın toplumsal açıdan daha avantajlı olacağını düşündüğünüz şey tarafından dağıtılmasına izin vermeyin. Sadece ve sadece elinizdeki gerçeklere bakın!”

“Ahlaki şey ise çok basit: Sevgi bilgeliktir, nefret ise aptalcadır. Her geçen gün daha fazla etkileşime girdiğimiz dünyamızda toleranslı olmaya ve bazı insanların bizim hoşlanmayacağımız şeyleri söyleyebileceğine alışmalıyız. Ancak bu şekilde birlikte yaşayabiliriz. Eğer birlikte ölmek yerine birlikte yaşayacaksak bu gezegendeki insan türünün devamlılığı için kesinlikle elzem olan; tolerans ve birbirimize olan saygıyı öğrenmek zorundayız.” diyor ünlü filozof…

Tabi bu noktada yazılarımda hep değindiğim “sahici – sahte etik” konusuna dair
Prof. Dr. Ioanna Kuçuradi’nin nefis örneklemesine değinmeden geçmeyelim.
Diyor ki;  “İki bakkal var, ikisi de doğru tartıyor; ilki insanları kandırmaması gerektiği için bunu yapıyor, diğeri müşteri kaybetmemek için. Asıl olan ilktir, ikincisi ise sahtedir, göstermeliktir, müsameredir. İşte bu farkı herkese öğretmek gerekir.”

Sahici olan ile sahte etik yaklaşımları insan üzerinde de kurumlarda da fark edip ayırt edebilmek, sahte olana, göstermelik olana, gösteriş odaklı müsamerelere prim vermemek toplumda iyileşmeyi de beraberinde getireceği gibi arkasında konuya dair derinlemesine bilgi sahibi olmayı da gerektiriyor.

Salgın öncesi maskelenmiş yüzler hayatlar, tüketim patolojisine ve gösterişe endeksli ilişkiler ve insanlar arasında steril kalmaya çalışıyorduk.

Salgınla birlikte şimdi ise, görünür maskeler ve hijyen kurallarıyla gerçekten steril ve sağlıklı kalmaya çalışıyoruz. 

Acaba “sahici – sahte etik” ayrımına varmada, yeniden açılan şehirler ve peyderpey sonlandırılan yasakların ardından dile getirilen yeni normalle birlikte şimdi daha mı zor işimiz, ne dersiniz? Yoksa çok daha kolay mı? 

Zira vasatı da, sahiciyi de, sahte etiği de fark edemiyorsak, onun bir parçasıyız demektir. İtibar da zaten her zaman için bireylerin ve kurumların kendi gücüne ve doğru bilgiye yaslanarak oluşur, güçlenir. Tabi bu arada kendimizi de keskin bir gözle gözlemlemeyi asla ihmal etmemeliyiz.

Aylin ONART
Devir Dergisi
Haziran 2020

 

(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'te sesimden dinleyebilirsiniz.) 

 

 


^ Sayfa Başına Dön