Esin Yılmaz, candır..

Bazı insanlar vardır.

Yanında olmaktan huzur duyduğunuz, ruhunuzun boydan boya yıkandığı, güvenle dalabileceğiniz berrak ve pırıl pırıl bir okyanus misali, derinlere daldıkça daha iyi tanıdığınızda kendinizi boş hissettiğiniz, sesinde görüntüsünde barındırdığı tatlı dinginlikle rahatladığınız, sanatla toplumu birleştirici hiç bitmeyen çalışmaları için ordan oraya koşturan telaşı sizi o sonsuz yaşam enerjisi ve heyecanının içine çekip motive eden, içi dışı bir, samimiyetin, candanlığın, yardımseverliğin ne olduğunu hayata karşı duruşuyla, sade varlığıyla bizlere gösteren bir iyilik meleği.. Bir dostluk abidesi..

Bir sivil toplum gönüllüsü.. Bir sevgi insanı.. Bir iyi insan..

Ve dolayısıyla da mesleğinin divası..

Çoğunuzun bu satırları okuyunca hemen ismini telaffuz ettiğinizi duyar gibiyim.

Yine usta şair Can Yücel’in “sevdiğin kadar sevilirsin” dediği gibi bir dizesinde, tüm dünyası sevgi olan bu güzel insanın dostu ve seveninin çok olmasının, adını hemen telaffuz edebilmenizde payı çok büyük şüphesiz..

Evet, Esin YILMAZ...
- diye başlamıştım Yeni Asır’dan Sevgili Erkin Abi’nin “Erkin Usman’la Bu Pazar” adlı köşesine gönderdiğim yazımda.. Tarih 20 Şubat’tı..

Bir diğer dost ve güzel insan Sabah Şardağ’ın da sıkı takibiyle İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nun eşi Sevgili Türkegül Kocaoğlu’nun desteğiyle tarihi Ayavukla Kilisesi’nde tahsis edilen salonda “Esin Yılmaz Moda Müzesi”ni hayata geçirecek olmamızın heyecanı, O’na da moral ve motivasyon sağlayabileceği inancıyla yazdığım satırları zor günlerinde hastanede ona en iyi şekilde refakat eden sevgili Ayşe okumuş ve sevinçle beni aramıştı. Aramıştı ancak ilk yıkım benim için o görüşmeyle başlamıştı. Canım Esin’im benimle sizli bizli konuşuyordu, hafızası belli ki biraz bulanıktı. Hiç bozuntuya vermeden onunla aynı samimiyetimizle konuşup kapattım telefonu ama hiç beklemediğim bu ani değişimle yüzleşmek beni şoke etti.

Ertesi gün görüştüğümüzde ise olmadık isimleri hatırlayıp söyleyecek kadar berrak bir hafızayla beni karşıladı, sevincimden deliye döndüm. Arada bu şekilde kısa süreli minik bulanıklıklar baş gösterir olmuştu. “Hadi çıkıyor muyuz Aylin, götürüyor musun beni evime?” diye her seslenişi içimi parçalıyordu. “O güzel terasında bir daha oturamayacağım galiba, çıkabilir miyim o basamakları sence, ya evimi görebilecek miyim dersin?”

Kahreden sorular her gidişimde beynime ok gibi saplanıyordu. Sanki olamayacağını biliyordu da bizlerin tepkisini ölçümlüyordu bu sorularıyla, zira herşeyin farkındaydı, acı olan da buydu..

Halbuki daha dün gibiydi..
Onu evden aldığım ve keyifle birlikte olduğumuz Yeni Asır TV’deki “Güncel Bakış” programımıza konuk edişimiz..

Çok yakın arayla kaybettiğimiz ve kadere bakın ki öldüğü gün evinde buluşup görüşmek üzere randevulaştığım ama ne acıdır ki Hocazade’de buluştuğumuz bir başka değer, sevgili Ümran Baradan’a yazın birlikte ziyaretimiz..

O’nu Istanbul’a uğurlamamdan az önceydi. Telefonda gideceğimi söyleyince gelmek istemiş, “birlikte gidelim” demişti. O günü de hiç unutamam.

İkisinin de hastalıklarına rağmen dirayetleri, hayata hükmetme ve çalışmalarına kesintisiz devam etmeye dair insanüstü gayretleri takdire şayandı. Bizlere, tüm insanlığa örnekti. Hastalıklarından bahsederken dahi ikisinin de dimdik duruşlarına yansımayan ama ses tonlarına çöken hüzün, herşeye rağmen iyi olacaklarına olan inancı perçinliyordu. O iki saate yakın süre, o koyu ve keyifli sohbetimiz, eşsiz ve doyumsuzdu. Meğer bu iki değerin birarada olduğu son buluşmaymış..

Ardından gitmeyi çok istediği ve heyecanla hazırlandığı Istanbul’a hem ada havası alması hem de moda günlerini takip etmesi için uğurladım O’nu.. Evden çıkışımız ve hızla valizini toparlayışımız, evi kontrol edişimiz daha dün gibi gözümün önünde, o telaş arasında laptop ayarlarını yapıp izleyemediği defile görüntülerini bile araya sıkıştırıp, izlettirmiştim O’na.. Sevincini ve çoşkusunu görmek dünyalara bedeldi.

Istanbul’dayken her telefon görüşmemizde Gündoğdu Rotary Kulübü ve Konak Belediyesi işbirliğinde düzenlenecek “Cumhuriyet Kadınları Defilesi” için yapılacaklara dair görüş alışverişinde bulunuyor, defile heyecanına ve Istanbul’daki temaslarına, yaşam sevincine şahit oluyordum, tabi benim çalışmalarıma, yaşadıklarıma ve yaptıklarıma dair ne varsa her zamanki gibi benden rapor almaktan da geri kalmıyordu.

Ve döndü..
Fevkalade mutluydu ama çok yorulduğunu söylüyordu. Dinlenmişti ancak moda günleri takibi ve görüşmelerin yoğun temposu haliyle yormuştu O’nu, ama defile hazırlıkları vardı, durup soluklanma zamanı değildi. Kusursuz olması için var gücüyle çalıştı ve 25 Ekim’de o muhteşem defilesini ayakta alkışlanarak, adına yazılan şiirler okunarak tamamladı. Sevinci, heyecanı, ışıltısı görülmeye değerdi. Tek dikkatimi çeken defile sonrası fotoğraflara baktığımda keskinleşen yüz ifadesiydi. Yorgunluğuna vermiştim. Meğer bu, son defilesiymiş..

Defile bitti, kalçasındaki kemiğin kırılmasıyla ertesi gün apar topar hastaneye kaldırılması bir oldu, daha o güzel defilenin sarhoşluğu bitmeden gelen bu ani gelişmeye dair şaşkınlığıma rağmen 15-20 güne toparlar ve çıkar diye düşünüyordum.

Tam 5 ay kaldı. İlk zamanlar herşey normal seyrinde gibi görünüyor, ayağa kalkıp yürüme egzersizleri yaptırılıyordu ama bacağına takılan destek aparat, O’na çok rahatsızlık veriyordu, zorlayınca canı yanıyordu. İştahı yerindeydi, her gittiğimde mutlaka götürdüğüm en sevdiği kazandibi tatlısını beğeniyle yiyordu. Ama zaman da geçiyordu, eve çıkamamıştı bir türlü ve bu O’nu çok üzüyordu. Tek istediği bir an önce evine gidebilmekti.

Ve bir zaman sonra o yürek oynatan kan ihtiyacı ve anonsları başladı. B Rh+ kana ihtiyaç vardı, stoklar tükeniyordu zira hemen her gün takviye yapılıyordu. O kadar çok “esaslı” dostu, seveni vardı ki, bu herşeyden önce O’nun iyiliğinden, melek kişiliğinden, insan gibi insan olmasındandı. Hızla etrafımızı seferber ediyor ve gerekli kanları tedarik etmeye çalışıyorduk. Artık ondan ve sevgili Ayşe’den gelen her telefon bir yürek oynamasıydı, iyi haber almayı bir tarafa bırakmış, kötü habere alo dememek için dua eder olmuştuk.

Ve an geldi, o asla konduramadığım zihin bulanıklığı da ara ara yoklar oldu ama farkedebilmek zordu, çünkü yaşam enerjisine son gücüne kadar hükmedip, iyileşmek için direnen bir Amazon vardı, bu musibet hastalığın karşısında.. Ama yetmedi..
Her gidişimde biraz daha yorgun, biraz daha yılgın, biraz daha bitkindi. Son hastane ziyaretimde içirmek istediğim sudan bir damlayı dahi zor yuttu. O çok sevdiği kazandibinden sadece bir kaşık yiyebildi. Gördüğüm en bitkin haliydi, kahrolmak için de yeterdi. 4 gün sonra “olması gereken herşey yapıldı” denilerek hastaneden taburcu oldu, çok istediği evine sonunda kavuştu ama sadece 24 saat evinin havasını soluyabildi.

1 Nisan’da da en kötü şakasını yaparak bize veda etti. Alsancak’taki son buluşmamızın ardından Güzelbahçe’deki ilk buluşmamıza, O’nu kalplerimizin en derinlerine uğurlamaya giderken o önde biz arkasında zihnimden tüm bu kareler geçti. Çok istediği Esin Yılmaz Moda Müzesi’ni göremedi.

Ama biz göstereceğiz, bir an önce müzesini açıp O’na armağan edeceğiz. Birbirinden kıymetli kostümlerini, tel kırmalarını, otantik eşsiz eserlerini, Esin Yılmaz ruhunu müzesinde yaşatacağız.

Hatta O’na burdan ayna tutarak, O’nun gibi insan, O’nun gibi dost, O’nun gibi yaratıcı, O’nun gibi yorulmaz, O’nun gibi üretken, O’nun gibi berrak, O’nun gibi samimi, O’nun gibi yardımsever, O’nun gibi yalın, O’nun gibi güçlü, O’nun gibi hümanist, O’nun gibi fark yaratan, O’nun gibi duyarlı olacağımızı da göstereceğiz.

Ancak O’nun hep söylediği gibi, bazı insan tiplerine de dikkat edeceğiz, hiçbir üzüntümüzü içimize atmamaya, üzüntülerimizin bizi hasta edecek derecede etkilemesine de izin vermemeye çalışacağız.

Ve ben Esin’im; attığım her adımda, yaptığım her harekette, her gün her dua ettiğimde seni özlüyor olacağım.

Aylin ONART
18 Nisan 2011

^ Sayfa Başına Dön