ŞİDDETİ ÖNLEMEK İÇİN DAHA NE BEKLİYORUZ?

ŞİDDETİ ÖNLEMEK İÇİN DAHA NE BEKLİYORUZ?
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

2020’li yıllara geldik, dönem itibarıyla sanayi 4.0 yansımalarının artık iyiden iyiye uygulanmaya başladığı günlere doğru bir gidişat var önümüzde… Yapay zekalar, insansı robotlar, nesnelerin interneti vb derken deri altına enjekte edilen çip kimlikler de korona salgınıyla birlikte insan hayatına hızla dahil olmaya başladı. Böyle bir teknolojik gelişmenin ve dönüşümün yaşandığı dönemde hala daha kadınlara yönelik erkek şiddetini hatta artık erkek vahşetini konuşuyor, kadınların hayatta kalması, korunması, erkeklerin de ceza alması, eğitilmesi gerektiğini anlatıyoruz, üstelik de hala tane tane anlatıyoruz. Böylesi uçlarda bir toplumsal tezat mı yoksa ikiyüzlülük mü desek?

Üstüne üstlük şiddete meyilli erkek, göz önünde olan, nüfuzlu ve popüler bir erkekse korunup kollanıyor, aklanmaya çalışılıyor veya ortalık derin bir sessizliğe gömülüyor. Bunu; hukuki süreci her ikisinde de devam eden ve sonucu beklenen Ozan Güven-Deniz Bulutsuz olayında ve hemen öncesinde basına yansıyan İsmail Küçükkaya-Eda Demirci olayında da gördük, mahkeme kararı geçen yıl belli olan Ahmet Kural-Sıla ve daha bir dizi benzer erkek şiddeti olayında da gördük.

Şiddet gören kadının, gördüğü şiddeti açıklaması hiç kolay bir süreç değil, sessiz kalmayıp dile getiren her bir kadın, kendi insan hakkı için mücadele etmesinin yanı sıra, aslında tüm kadınlar ve erkek şiddetinin meşrulaştırılmaması adına ciddi bir adım atmış oluyor. Erkek şiddetine maruz kalan kadın, sessiz kalmıyorsa, toplumun her bir bireyi de sessiz kalmamalı ve tepki göstermeli... Özellikle de artık erkekler, tepkilerini ortaya koymalı, ses vermeli…
Sessiz kalınan, hele de tanıdık, dost kontenjanından olunca kayrılan, taraf olunan durumlar erkek şiddetini meşrulaştıran zemini sağlamlaştırmak demektir. Samimiyeti sorgulatır, inandırıcılığını yitirir. Şiddet kimden gelirse gelsin herkesin kırmızı çizgisi olmalı…

Şüphesiz, her zaman bıkmadan, usanmadan, zihinlere nakşoluncaya kadar dile getirileceği gibi, bu bir kadın meselesi değil, insan hakları meselesi, toplumun geleceğinin meselesi...
Ve şüphesiz, şiddetin her türlüsüne karşı olunmalı, kadına, erkeğe, hayvana ve dahi tüm canlılara şiddete hayır! Ancak yüzyıllardır süregelen “erkek şiddetini” kabul edip dile getirmekten geri durmamalı; zira kadına şiddet değil, erkek şiddeti hatta erkek vahşeti var artık, bu çok açık. Pınar Gültekin’i izah edilemeyecek bir vahşetle öldüren ve itiraf ederek tutuklanan Cemal Metin Avcı gibi caniler var. Onun için diyoruz; İstanbul Sözleşmesi yaşatır, Erkek Şiddeti öldürür.

"Bir kereden bir şey olmaz", "Küçüğün rızası vardı", “Halk destekliyor, çocuk yaşta evliliğe af gelmeli”, “Erkek vurursa tepki vermeyin, uzaklaşın. Odanıza çekilin”, “Kadın herkesin içinde kahkaha atmayacak”, “Üvey kız evlat dedeye helâldir” gibi akla zarar bu ve benzeri söylemler de erkek şiddetini meşrulaştırmaktan, toplum ahlakını bozmaktan başka bir şey değildir.

Erkek şiddetine de ses vermeliyiz, istismarına da… Devletin asli ve öncelikli görevlerinden biri de, bireylerin, çocukların cinsel istismara maruz kaldığı şartları ortadan kaldırmak, koruyucu ve önleyici hizmetleri kurumsallaştırmak değil midir zaten?

Şiddet; maruz kalan kadının itibarını değil; zihinleri şiddet göstermeye kodlanmış erkeğin itibarını yerle bir eder, bu kadar açık. Dolayısıyla şiddete meyilli olduğunu gördüğümüz özellikle toplum önündeki popüler erkeklerin dillerine pelesenk olan kariyerlerinin bitirilmesi mevzundan korkmaları yerine öncelikle, insan olarak bu dünyaya geldiklerini idrak etmelerinde fayda var ve dahi şiddet gösteren tüm erkeklerin…     

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR

Son günlerde kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddetle mücadelenin ulusal ve uluslararası zeminini oluşturan İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin çıkması yönünde hazırlıklar olduğu konuşuluyor.

Bakın, İstanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmak istendiği bugünlerde, 3 günde 8 kadın cinayeti işlenmiş. İstanbul Sözleşmesi uygulansaydı bu kadınlar hayatta olacaktı. Zira İstanbul Sözleşmesi’nin imzalandığı, 6284’ün gündeme geldiği 2011 senesine baktığımızda, kadın cinayetlerinin en az olduğu sene olduğunu görüyoruz. Meclisin imzaladığı bir ahde vefa olan İstanbul Sözleşmesi de insan hakları da bir müzakere konusu değildir. Kadınların eşit haklarla yaşaması için, toplumsal cinsiyet eşitliği için İstanbul Sözleşmesi şart…

Zihinlerimizi tazeleyecek olursak biliyorsunuz, 11 Mayıs 2011'de İstanbul'da imzaya açılmış olması nedeniyle kısaca "İstanbul Sözleşmesi" olarak biliniyor. 2014 yılında yürürlüğe giriyor ve Temmuz 2020 itibariyle 46 ülke ve Avrupa Birliği tarafından imzalanıyor. İstanbul Sözleşmesi için 12 Mart 2020'de ilk imzacı ülke Türkiye oluyor. Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi-İstanbul Sözleşmesi ve bu sözleşmeye dayanarak çıkarılan 6284 sayılı “Ailenin korunması ve kadına karşı şiddetin önlenmesine dair kanun” şiddete karşı kadının korunmasının bir güvencesidir. Yoğun çabalarla kazanılan bu haklarımızı bilelim, sahip çıkalım ve kullanalım.

Bir platform oluştu; TCK 103 Kadın Platformu… 
Bu konuda gece gündüz demeden müthiş bir özveriyle çalışıyor. 
Hem şiddete hem de istismara karşı ciddi bir mücadele veriyor.
9 Temmuz 2020’de platform olarak yaptıkları ilk basın toplantısında; “Çocuk cinsel istismarı faillerine yönelik af girişimlerinden, İstanbul Sözleşmesi’ni ve 6284'ü karalamaktan, kadınların kazanılmış haklarını tehdit etmekten vazgeçin, İstanbul Sözleşmesi'ni uygulayın” diyerek bu oluşumu duyuran platformda 300’e yakın kadın derneği bulunuyor. “İstanbul Sözleşmesi’ne karşı çıkmak şiddetçi erkeklere teşvik, tüm kadınlara tehdittir” sözünden hareketle son derece programlı yürütüyorlar çalışmalarını… Açıkçası bu geniş katılımlı platforma destek veren, imza veren 300’e yakın kadın dernekleri, muhtelif oluşumlar arasında bilinen bazı kadın derneklerinin olmaması dikkatimi çekti. Şimdi destek vermeyeceksiniz de ne zaman destek vereceksiniz, diye sormak isterim her birine, kadınları yani hemcinslerimizi ve çocuklarımızı ilgilendiren bir konuda geri durmak niye?

TCK 103 Kadın Platformu’nu takip edin lütfen, özellikle erkek şiddetine dair sesleri çıkmayan, konuyu her daim kulak arkasına atan erkekler, sizler takip edin ve emek verilen mücadeleyi görün, hissetmeye çalışın. Konuyu “kadın-erkek” üzerinden değil, insan hakları üzerinden artık okuyun. 

ERKEK ISLAH VE EĞİTİM MERKEZLERİ

Hep diyorum, yine paylaşmak isterim: Şiddet gören kadınlar için Kadın Sığınma Merkezleri yerine şiddet uygulayan erkekler için Erkek Islah ve Eğitim Merkezleri açılmalı… Şiddet eğilimlisi erkekler bu merkezde zihniyet gelişimlerini tamamlamalı… Yoksa bu iş hiçbir zaman için hadımla, idamla çözülmez; nörolog, sosyolog, psikolog, iletişimci gibi ilgili tüm disiplinlerin katılımıyla kurulacak bir uzmanlar kurulu desteğiyle aşılması, çözülmesi gereken bir sorun, zihniyet değişimiyle çözülmesi gereken bir sorun, yasaların uygulanmasıyla çözülecek bir sorun.

İstanbul Sözleşmesi’nde de yer alan bir eğitim seferberliği de ilan edilmeli ivedilikle… Anaokulundan başlayarak üniversiteye kadar çocuklara; insan hakları, toplumsal cinsiyet eşitliği, fiziksel ve psikolojik şiddet, zorbalık, cinsellik, cinsiyetçi dil ve cinsel şiddet üzerine eğitimlerle ‘farkındalık’ kazandırmalı… Ebeveynler çocuklarını gönderdikleri okullardan ısrarla bu eğitimleri talep etmeli…  

Zihniyet gelişimi demişken, Tayfun Atay’ın “Ezilmiş erkeğin iniltisi” başlıklı yazısında paylaştığı gibi: Erkekler, ‘erkeklik kültürü’nün hem üreticisi hem de ürünü; ataerkil örüntünün hem sahibi hem kölesi. Her an ‘elden gitme’ tehlikesi ve kaygısı nedeniyle ‘erkeklik’ bir erkek için; ne kadınlar için olduğu gibi tamamen dışsal ne de işte tam anlamıyla erkeğe içsel bir ‘kapasite’. Erkeğin erkekliği hep sınama ve tehdit altında. Tehdit, kadınlardan değil, diğer erkeklerden gelmekte. Bu yüzden ‘erkek erkeğin kurdudur’ demek de ‘erkeğin kurdu kendinden olur’ demek de mümkün… Erkekler baştan yeniktir. Bir erkeğin hayatı bir bakıma ta en baştan mağlubu (elbette mahkûmu/mahpusu da) olduğu erkeklik kimliği karşısındaki bu yeniklik  durumundan kurtulmak için kıvranmalarla geçer. Bu süreçte bir ‘maskülin düğümlenme’, karşı cinse ve hemcinsine yönelik iki uçlu bir çatal olarak kendini gösterir. İşte bu yönde bir farkındalığı ve iyileşmeyi de beraberinde getirecektir zihniyet gelişimi…

Bir çok istatistiki bilgi var elimizde… Rakamlar, işin vahametini ve realiteyi her zaman çok net ortaya koyar, zira ölçmediğimiz hiçbir şeyi iyileştiremeyiz, yönetemeyiz. 

BM Nüfus Fonu UNFPA tarafından Haziran sonunda yayınlanan rapora göre;
Türkiye'de 18 yaşından önce evlendirilen her 3 çocuktan 1'i yine çocuk yaşta, 18 yaşından önce anne olmak durumunda kaldı.

Hacettepe Üniversitesi ve Adalet Bakanlığı’nın verilerine göre; Türkiye genelinde kadınların %9’u 15 yaşından önce cinsel istismara maruz kaldığını belirtmiş.
20-24 yaş grubunda olup 18 yaşından önce evlendirilen çocukların oranı %14,7.
Evlilik kararlarının %46’sını çiftlerin aileleri almış. Kadınların %33’ü kendileri henüz çocukken anne olmuşlar. Çocuğa yönelik cinsel istismar suçu, son 8 yılın en tepe noktasına ulaşmış. Ceza mahkemelerinde çocuğa cinsel istismar suçundan 28 bin 360 dava açılmış.

YÜZYILLARDIR SÜREGELEN ERKEK ŞİDDETİ

Ve Istanbul Sözleşmesi’nin kaldırılmak istendiği bugünlerde, 3 günde 8 kadın cinayeti işlenmiş. Bazı erkekler de var ki, şiddet/vahşet uygulayan erkeği haklı çıkarma çabaları bir yana; erkek şiddetini kadın şiddetiyle mukayese ediyor. Diyorlar ki; erkeğe şiddet uygulayan kadınlar da var. Vardır ancak asla kıyas kabul etmez, erkek şiddetinde olduğu gibi günlere, haftalara, aylara ve yıllara yayılan istatistiki veriler ortaya koyabiliyor musunuz? Yüzyıllardır süregelen erkek şiddetini niye kabul edip dile getiremiyor, erkek şiddetinin kökeninde yatan nedenleri niye sorgulamıyorsunuz? Mukayeseye tabi tutulamayacak şiddeti bile insan hakları üzerinden “eşit” seviyeden algılayamamak, yetersiz eril zihniyetin göstergesi… Zihinlerde hep kadın-erkek ayrımcılığı…

Onun için Mart sayısındaki yazımda; 8 Martları toplumsal cinsiyet eşitliği ve insan hakları ekseninde “8 Mart Dünya İnsanlar Günü” olarak kutlayalım, var mısınız? diye sordum. Bitirelim bu şiddeti, ayrımcılığı, eşitleyelim tüm hakları ve gelsin 8 Mart Dünya İnsanlar Günü, ne dersiniz beyler?

Yaşananlar da veriler de gerçekleri buz gibi gözler önüne seriyor, vaziyet ortada…

Bir devletin varlığı, milletinin yaşaması ve güçlü olmasına bağlı değil mi, şu meşhur: 
“İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” sözünde işaret ettiği gibi…

O halde ne bekliyoruz?

İstanbul Sözleşmesi yaşatır. Erkek şiddeti öldürür.

Niye İstanbul Sözleşmesi’ni bir an önce uygulamıyoruz?

Aylin ONART
Devir Dergisi
Temmuz 2020

 

(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'te sesimden dinleyebilirsiniz.) 

 

 

^ Sayfa Başına Dön