İYİLİK YAP İYİLİK BUL DİYENLERDEN MİSİNİZ?



İYİLİK YAP İYİLİK BUL DİYENLERDEN MİSİNİZ?
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

Zor bir yılı geride bıraktık.

Hiçbirimizin tecrübe etmediği bir pandemi süreciyle başlayan ve devam eden, küresel ve ulusal ölçekte ekonomik daralmanın da ona keza derinleştiği sağlıklı kalma odaklı koca bir yılı…
Gelen gideni aratmasın diyerek 2021 bizlere daha güzel günler göstersin dileyelim.
 

Böyle zorlayıcı zamanları, insanın her yönden kendini yenileme, gözden geçirme ve yeniden yapılanma süreci olarak görenler, gecikmeden yeni şartlara uyum sağlayıcı aksiyonları alırken; kendine yetebilen bireyler ve kurumlar süreçten daha az zorlanarak çıkıyor. 

Son yıllarda iyiliğe giden en kısa yol olarak gösterilen “sosyal fayda” çalışmalarıyla iyilik daha fazla telaffuz edilir, eylem olarak da daha fazla teşvik edilir oldu.

Hep söylenir; iyi olmak kolaydır ancak zor olan iyi kalmaktır, diye…

2021’in sayfalarını çevirmeye başladığımız ilk günlerinde iyilik ve iyi olmak üzerine düşünmemiz gereken anlara şahit olmaya devam ediyoruz. Salgın nedeniyle küresel ölçekte daralan sadece “ekonomi” değil, “ahlak” da iyiden iyiye erimeye yüz tuttu.

Pandeminin başından bu yana güvenilirliği sorgulanan Dünya Sağlık Örgütü’nün başkanı nihayet sonuçlanmaya başlayan aşı çalışmalarını işaret edip: “Feci bir ahlaki çöküşün eşiğindeyiz; zengin ülkelere milyonlarca, bir yoksul ülkeye sadece 25 doz aşı.”  diyerek geçtiğimiz günlerde çarpıcı bir açıklama yaptı. 

Şimdiye kadar çokça telaffuz edilen ahlaki çöküş vurgusu ülke liderleri ve yöneticileri tarafından gerekli ilgiyi görüp dikkate alınır mı bilinmez ama gidişata dair gündemdeki aşı uygulamaları üzerinden durup düşünmekte fayda var. Bu ve buna benzer muhtelif açıklamalar, uygulamalar, çalışmalar son yıllarda sıklıkla gündeme geliyor. Hemen her alanda yaşanan ahlak yoksunluğu… İş, sosyal ve bireysel ilişkilerde insanın olduğu her kademede…
Bu an dünyanın en önemli sorunu olarak işaret edilen küresel ısınma ve iklim krizi de buna dahil… Endüstriyel gıda uygulamalarından, çevre kirliliğine, tarıma, hayvancılığa, turizme, sanayiye, eğitime, kültür sanattan akademiye hemen her sektöre kadar sirayet eden ciddi bir ahlaki zayıflık dile getiriliyor.
 

Dolayısıyla sosyal fayda ve iyilik konusuna da bu kapsamda her açıdan bakmak gerekiyor.

Her ne kadar T.S. Eliot; “İyi insan ol, fakat bunu kanıtlamak için uğraşma.” dese de hem bireylerin hem kurumların şiar edindiği yüzyıllardır süregelen “İyilik yap, iyilik bul” düşüncesiyle hareket edilmesinden başlayarak belki de sorgulamalı… Bir iyilik yaparken; 
“Yap bir iyilik, at kenara, o nasıl olsa döner dolaşır seni bulur” düşüncesiyle hareket edince acaba ne kadar yerini buluyor?

Karşılık bekleyerek yerini bulmasını istediğimiz bir iyilik eylemi acaba sahici bir duruşu yansıtıyor mu? Bize dönmeyecek olsa bile, herhangi bir karşılık beklemeden yapabiliyorsak iyilik de sosyal fayda da işte o zaman yerini buluyor aslında. Gerek sosyal sorumluluk çalışmaları yaparken gerek bireysel yapılan iyiliklerde bu karşılık beklentisi olmadan hareket edebilmek gerekiyor. 

Kurumlarda, salt kâr amacının ötesinde daha yüce amaçlara yönelim, kurumsal sosyal sorumluluğun-CSR'ın (Corporate Social Responsibility) bir adım ötesi olan CSV (Creating Shared Value) "Ortak Değer Yaratma" seviyesinde olduğunda bir nevi bu amaca karşılık geliyor. Kısaca önce insanlığımızın farkında olmak gerekiyor. Mesela, kurumsal bir firmanın sosyal sorumluluk kapsamında bir yandan falanca nehir deltasını temizleme çalışmalarını üstlenirken, bir yandan da atıklarını doğaya bırakması veya doğal, sağlıklı gıda üretimi yaptığını söyleyen bir markanın, ürettiği ürünlere katkı maddesi karıştırması gibi,
söylemle eylemin örtüşmediği, markaya itibar kaybı yaşatan aldatıcı çalışmalar değil elbette CSV için bahsettiğim… 

Bir firmanın, hem kendi üretiminde kullandığı su miktarını kontrol etmek hem de Afrika’daki temiz suya ulaşım sorununa çare olabilmek için geliştirdiği su arıtma cihazına yatırım yapıp prototip geliştirmesi ve yaygınlaştırması ve bunun sonucunda Afrika’da
1,6 milyon kişiye temiz su ulaştırması ortak değer yaratmaya (CSV) örnek verilebilir.

2011 yılında ilk defa Michael Porter ve Mark Kramer tarafından kullanılan ve şirketlerde gittikçe yaygınlaşmaya başlayan CSV konsepti, bir şirketin rekabetini artıran politika ve uygulamaların aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun ekonomik ve sosyal olarak kalkınmasına önayak olması anlamına geliyor.

Yani bildiğimiz anlamıyla kurumsal veya bireysel filantropi (hayır hasenat, hayırseverlik) yerini ortak değer yaratmaya bırakıyor. Aslında sosyal sorumluluğun bir adım ötesinde olan CSV, felsefe olarak “iyilik bulmasan da iyilik yap” düşüncesine, felsefesine daha yakın duruyor.
Veya o düşünceye giden yolu hazırlıyor diyebiliriz. İlla "kazan kazan" zihniyetiyle hareket etmemek kısaca… İyilik, sosyal fayda, sosyal sorumluluk vs o zaman yerini buluyor.
 

Tabi mevcut dünya düzeni içinde sahip olunması zor bir düşünce tarzı ve felsefe olsa da Umberto Eco’nun da “Entelektüel kimdir?” sorusuna verdiği cevabı bu bağlamda unutmamak gerekir:
“Entelektüelliğin kişinin mesleğiyle veya sosyal statüsüyle bir ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Bana göre entelektüel yaratıcı, bir biçimde yeni bilgi üreten kişidir. Yeni bir aşılama yöntemiyle elma ağacını daha verimli hale getirebileceğini anlayan köylü, benim için bir entelektüeldir. Öte yandan, ömrü boyunca Heidegger hakkında aynı dersi anlatıp durması bir profesörü entelektüel yapmaya yetmez. Eleştirel yaratıcılıkta, yaptığını eleştirebilmek ve daha iyi yapmanın yollarını keşfetmek, entelektüel işlevin tek işaretidir.” diyor Umberto Eco… 

Eco’ya karşılık döneminin öne çıkan ekonomi profesörlerinden Paul Baran’a göre ise entelektüellikte belirleyici özellik, cesaret ve her ne olursa olsun hakikatten yana olma, yani gerçeği söyleme arzusuna sahip olmak...

“Gerçeği dile getirme arzusu, aydın olmanın ancak bir koşuludur. Aydın denilen kişi, yaptığı işin özü ve esası bakımından bir toplum eleştirmeni olduğu gibi, daha güzel, daha insanca ve daha akla uygun bir toplum düzenine giden yolu tıkayan engellerin ne olduğunu arayıp bulmayı, incelemeyi ve bunların aşılmasını kendisine dert edinmiş kimsedir.” der Baran da…  

Baran’a göre sadece “kafa işi” yapması kişiyi entelektüel yapmaya yetmez. Halktan yana, ilerici bir şeyler yapıyor ve söylüyor olması gerekir. Mesela kafasını çalıştırıp gazlı içecek kategorisinde olan bir meşrubatın formülünü bulan bilim dahisi aslında insanlara diyabet sattığı için Baran’a göre bir entelektüel değildir. Eco’nun tanımlamasını tamamlayıcı nitelikte bir bakış açısı sunuyor Baran… İki büyük ismin de ruhu şâd olsun diyelim. 

Nihayetinde yazının başından bu yana değindiğim olması gereken, “İyilik yap iyilik bul” düşüncesinden uzak, Immanuel Kant’ın işaret ettiği bakış açısından hareketle, insanlardaki mevcut iyilik iradesinde davranışlarımızı “menfaat gözetmeksizin” ve “karşılık beklemeksizin” ortaya koymanın önemi ve farkındalığıyla yaşamak… Yaptığımız sosyal sorumlulukların, kurumsal ve bireysel iyiliklerin günün sonunda yerini bulması için işte tam da bunu gerçekleştirebilmek gerekiyor.

Aylin ONART
Devir Dergisi
Ocak 2021


(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'le Youtube kanalımdan sesimden dinleyebilirsiniz.) 

                         


^ Sayfa Başına Dön