KISITLAMALARIN KENDİSİ ARTIK SAĞLIK SORUNU OLUŞTURMAYA BAŞLADI.

KISITLAMALARIN KENDİSİ ARTIK SAĞLIK SORUNU OLUŞTURMAYA BAŞLADI.
(Spotify Podcast'te söyleşimizi dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

Bu ay sayfamda yine çok kıymetli bir konuğum var: Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Nuriye Ortaylı.

Dr. Nuriye Ortaylı’yla bir senedir hayatımızda olan pandemiye ve pandemiyle mücadelede kat edilen yolla birlikte özellikle uygulanmakta olan aşı politikasına dair merak edilenleri konuştuk.

Yaklaşık geçen Mart ayından bu yana artık tam bir yıl olacak pandemiyle yaşıyoruz. Bir yıldır hayatımızda birçok şey değişti, tüm dünyayla birlikte Türkiye de bu değişimin ve pandemiyle mücadelenin içinde. İçinden geçtiğimiz bu döneme ve gelinen noktaya dair gözlemlerinizi merak ediyorum, genel anlamda nasıl değerlendiriyorsunuz?

Zor bir süreç tabi insanlık için hak veriyorum ancak hak vermediğim husus şu; başımıza gelen sıkıntılara dair biraz abartılı bir tepki mi veriyoruz diye düşünüyorum. Önce ihtilali, sonra II.Dünya Savaşı’nı, arada daha başka eziyetleri yaşamış bir annenin kızıyım. İnsanların bu kadar öldük, bittik, mahvolduk demeleri ki tabi ki çok büyük sıkıntı yaşayan kesimler var, yakınlarımızı kaybettik, hepimizin hayatı değişti ama mesela II.Dünya Savaşı’nda Avrupa’nın nasıl alt üst olduğunu, insanların neleri neleri kaybettiklerini düşününce, kısa bir süre de değil 3-4 sene… Mesela annem gençliğini yaşayamamış, hayatta kalması şans bir koşulda oradan oraya sürünerek, atılarak ve hayatta kaldığı için kendini şanslı addederek geçirmiş sıkıntı içinde o 4-5 yılını, sadece savaş yıllarını da değil savaş sonrası yıllarını da… Bütün gençliği bir kaosun içinde geçmiş. Buna rağmen acaba bu kadar yakınır mıydı? Dolayısıyla ben biraz hepimizin üzerinde modern insan şımarıklığı var diye de düşünüyorum. Her şey öngörülebilir olsun istiyoruz, bir kere hayatın öngörülebilir olması bile ben size söyleyim 70’lerin 80’lerin olayı… Ondan önce bizim atalarımızın hiç böyle bir beklentisi yoktu; her şeyi planlayacağız ve her şey planladığımız gibi gidecek diye... İnsanlar tatil yapamıyoruz, tatilimizi planlayamıyoruz diye şikayet ediyorlar ya da maske takmayacağız, nedir bu sosyal mesafenin sonu diyorlar. Bunlar bana abartılı tepkiler olarak geliyor. Bence bilimin sayesinde -ki başından itibaren tabi bilinmezlikler vardı, tabi öngörülemeyen şeyler var-, bunun bir hastalık olduğu, hastalığın etkeninin ne olduğu, test yaparak tanı konabileceği, iyidir kötüdür çok şahane olmasa bile hastanede bir tedavisinin olduğu gibi birçok şey biliyoruz. Buna rağmen infial halinde birçok insan. Bu da bana açıkçası biraz tuhaf geliyor. İşin bana göre olan genel görünümü bu, onun dışında beraber ayrıntılara girelim.

Fazla mücadele görmeme olabilir mi dersiniz bunun nedeni?

Yani bir hayat tarzı geliştirmişiz ve o hayat tarzının aynen sürmesini bekliyoruz, bir an önce de ona dönmek istiyoruz. Niye bu pandemiler oluyor, acaba eskiden sürdüğümüz hayat çok doğru muydu diye düşünen daha az mesela… Tersine bence pandemi, bence ne kadar kötü bir toplum düzeni kurduğumuzun, ne kadar adaletsiz, eşitsiz olduğunun ve ne kadar felaketlerle başa çıkma konusunda zayıf yapılar inşa ettiğimizin birçok işaretini verdi. Öyle değil mi? Şimdi aşıda bile görüyoruz zengin ülkelerin vatandaşlarının durumu farklı, bu arada yüz küsur ülkede sağlık personeli daha aşılanmaya başlanmadı, umut ediyoruz ki bu ayın sonunda başlayacak. Öte yandan zengin ülkedeki insanlar da her şeyi eleştiriyor bir yandan, sıra beklemeyi eleştiriyor, her şeyin düzenli olmamasını eleştiriyor vs. Eleştirel olmak iyi tabi tamam ama büyük bir eşitsizlik var mesela, eleştiri oklarımızı buna yöneltsek, büyük bir adaletsizlik var, bu tür şeylere hiç dikkat etmiyoruz.

İkincisi bu pandemi niye bu kadar çabuk yayıldı, kusura bakmayın yani global ekonomi, iyi ki uçaklar var, hepimiz gerekli gereksiz oraya buraya gidip duruyoruz. Tabi ki çok gerekli seyahatler de var ama nasıl inanılmaz bir hareketlilik mesela Kuzey İtalya’daki patlama noktalarından biri kongre turizmi, keza ABD’de de… Bütün bunlar gerekli miydi şimdi online yapabiliyoruz, çok gerekli değilmiş görebiliyoruz.  Yani şunu demek istiyorum; bir gezegenin üstünde yaşıyoruz, çok fazla sayıdayız bir kere, nüfusumuzu hiçbir şekilde kontrol etmedik, gezegenin kaldırabileceğinden çok fazla nüfusumuz var. Bunun ötesinde bir de aşırı tüketmek, doğal olmayan ve aşırı rahat bir şekilde yaşamak var, bunları sürdürmek istiyoruz. Bu çok mümkün değil, DSÖ de başka pandemilere hazırlıklı olun diyor, bunu atlatsak bile bu pandeminin çıkma nedenleri hala ortalıkta… Nedir onlar, hayvanların habitatlarına saldırdık, sürekli onları iteliyoruz ve itelerken de onlarla fazlaca temas ediyoruz ve daha önceden tanımadığımız mikroorganizmalarla karşılaşıyoruz. Diğeri; tamam küresel bir dünyadayız ama inanılmaz bir küresel hareketlilik var ve üstelik bu böyle belli şehirlerde belli merkezlerde yoğunlaşıyor. Zaten salgının ilk patladığı yerlere bakın bunlar dünyayla çok çeşitli şekilde bağlantılı olan yerler. Bütün bunları sorgulamamız lazım, bundan sonra daha dengeli, daha uyumlu bir hayat yaşamamız gerektiğini, çevremizle, gezegenle ve birbirimizle…

DSÖ, Wuhan’da Covid-19’un kökenini incelerkenTayland’da koronavirüse çok benzeyen hatta Covid-19’un akrabası olarak tanımlanan yeni bir virüs keşfedildiğini belirtti. Anlaşılan bu virüslerin mutasyonlarla biri bitecek diğeri başlayacak ve bu böyle devam edecek. Öyle olunca tamam önce sağlık diyoruz ama hayatlarımızı da idame ettirmek durumundayız. Dolayısıyla insanlar da hayatımızı hep mi askıya alacağız, artık hep mi böyle yaşayacağız diye kaygılı bir halde soruyor ara ara?  

Hep böyle yaşamayacağız herhalde, zaten çözüm yoluna girildi gibi… Nasıl korunulacağını, nasıl baskılanacağını biliyoruz. Batı Avrupa ve Amerika bunu başaramadı, biz de başaramadık, dersimizi iyi çalışmadığımız için, ciddi olmadığımız için… Ama Asya’ya bakın, Asya yendi virüsü aslında, Asya Pasifik Ülkeleri de dahil, Avustralya, Yeni Zelanda, Singapur, Hong Kong’u, koca Çin’i, Laos’u, Kamboçya’sı fakiriyle zenginiyle virüsü bir kere o bölgede kontrol altına almayı başardılar. Çünkü devleti yönetenler bu işi en başından çok ciddiye aldılar. Halk sağlığı örgütlerini çok iyi kurmuşlardı Sars’tan bu yana, çok iyi filyasyon yaptılar. Bizdeki gibi kimsenin eli titremedi, bir vaka çıktı diye koca bir şehir kapatıldı, karantinaya alındı 15 gün, çok sıkı karantinalar uyguladılar. Bizdeki gibi öyle akşam evde otur, gündüz çık istediğin gibi gez değil, virüsün kuluçka süresinin kat be kat üstünde günlerce kimse kimseyle temas etmeyecek şekilde karantinalar uyguladılar ve şimdi meyvesini de topluyorlar. Hepi topu bakıyorum Vietnam’da 8 hafta kapandılar, bir de yazın bir şehirlerini tamamen kapattılar 4 hafta süreyle, onun dışında hayata normal devam ediyorlar. Çin’de Wuhan’da çıktığında da aynı şekilde ki o zaman kuluçka süresini falan da bilmiyorlardı, 8 veya 12 hafta tüm şehri kapattılar. Bize bakın biz Nisan’dan beri bir normale dönemedik, normal dediğim hani hep korkuyla yaşadık. Yazın yasaklar kaldırıldı ama aklı başında hiç kimse hareket etmedi, kimseyle temas etmedi, çok tehlikeliydi ve etrafta vaka vardı biz biliyorduk, yani hekimler biliyordu. Bu vatandaşa da ilan edilmiyordu, vur patlasın çal oynasın yaptık ve Ekim-Kasım’da bunun bedelini çok ağır bir şekilde ödedik hala da sürüyor. Biz baştan virüsü kontrol etmek, virüssüz bir ülke yaratmak üzerine kurmadık maalesef planlarımızı. Bahar aylarında aldığımız tedbirler de söyle… Bayramlarda üç gün sokağa çıkma, kapat, haftasonu kal, sonra aç, virüsün davranışı bu değil, olmaz. Bunu da ekonomik kaygılarla yaptılar, hiç bilim insanlarına da kulak vermiyorlar, Koç Üniversitesi’nden Odtü’den gayet saygın ekonomistler bunun modellemesini yaptı. Nisan’da 4 hafta kapansaydık, hem yarı yarıya daha az insan ölecekti, hem ekonomik kaygımız aynı olacaktı, üstelik yaza daha sıfıra yakın rakamlarla girdiğimiz için ve sonbaharda da devam edeceği için sonradan daha az etkilenecektik. Virüs agresif bir virüs, kuluçka süresini tamamlayacak izolasyonlar yapılmalı, böyle zamana yayarak, hafif hafif yarım yamalak tedbirlerle gidince bu hiç bitmiyor, Demokles’in kılıcı gibi tepemizde. Halbuki erken davranıp, virüsün gerektirdiği agresiflikte cevap veren ülkeler daha başarılı oldular, oldukça da normal yaşıyorlar. Aralık ayında Yeni Zelanda’da seçimler yenilendi biliyorsunuz, onun haberini izlerken bir irkildim çünkü seçim zaferiyle hepsi birbirine sarılıp öpüştüler. Sonra düşündüm niye öpüşmesinler, son vaka Yeni Zelanda’da üç ay önce ilan edildi, sonra da vaka yok, deli gibi de filyasyon yapıyorlar, biliyorlar yani işi niye sarılıp öpüşmesinler. Biz kimseye sarılıp öpmeyeli neredeyse bir yıl oldu, kimseye sarılıp öpemiyoruz. Söylemek istediğim bu, işi ciddiye alıp bir takım sıkıntılara baştan razı olan ve disiplinli olan toplumlar bu işi daha kolay atlattılar. Virüsle pazarlık edeceğini zannedenler, yan kapıdan geçebileceğini sananlar hala daha sürünüyorlar ve daha ne kadar sürünecekler bilemiyoruz.

Bir strateji dahilinde yönetilmedi salgınla mücadele süreci diyorsunuz kısaca ve hala da oluşturulan bir strateji yok değil mi? 

Öncelikler nedir bilmiyoruz ama ben size söyleyim, öncelik ticareti açık tutmak ama bu yanlış hesap, defalarca söylendi, salgını kontrol etmeden bunları yapamıyorsun. Şöyle bir önceliğimiz yok, birçok ülkenin böyle bir önceliği var: Okulları açık tutmak. Bu da çok önemli bir ekonomik kayıp,  sosyal ve psikolojik kaybı bir yana… Anne babaların üretkenliklerini azaltan bir şey çocukların evde olması, ikincisi OECD hesaplamış 3 trilyon dolar kayıp… Bir senesini kaybettik biz 5 yaşla 25 yaş arası geleceğimiz dediğimiz çocukların, gençlerin… Üç ay olsa o kadar önemli değil ama süre uzayınca yetenek kayıplarının bir kısmı kalıcı hale geliyor. Sizin dediğiniz gibi velilerin de ortaya çıkıp seslerini çıkarması lazım. İlk okulları kapatıyoruz, en kolay o geliyor bize, en son da onları açıyoruz halbuki tam tersi olmalı. Gördünüz Almanya bütün ülkeyi kapattı, ilkokullar ve anaokulları açıktı. Bu yapılabilir bir şey çünkü riski düşük.

Zaten o yaş grubunu sanal ortamda bir bilgisayar ve kamera karşısında tutmak ne kadar mümkün olabilir ki? Etrafımızda o yaş grubu çocukları olan dostlarımızdan görüyoruz ne kadar zorlandıklarını, özellikle çalışan kesim için, mutlaka çocuğun başında yardımcı bir kişi olması gerekiyor. Çocuğun kamera karşısında hocayla temas etmesi, sıkılmadan, odak kaybetmeden iletişim halinde olması çok zor. Nasıl kazanacağız bu çocukları, kaybetmeden nasıl yol aldırabiliriz dersiniz?

Bence 1 Mart itibarıyla diye yine takvim hedefi olmadan, şehir bazında da madem açıklayacaklar, nüfusun aktif enfeksiyonun yüz binde 50’nin altına düştüğü yerleşim birimlerinde ilkokulları ve anaokulları hemen, onu izleyen iki haftalık gözlemden sonra ortaokulları ve liseleri açmak lazım. Şu an yüz binde 100’ün üzerinde vaka sayısı Türkiye’de dolayısıyla bunu yapmak için de diğer sektörleri otelleri ve avmleri kapatmak lazım. Tabi giderek zorlaşıyor bu, insanlar da bıktı ama keşke bunu Kasım’da yapsaydık. Başka türlü önünü alamayız.

Okullar konusunun da pandeminin başında yaşadığımız o bilinmezlik gibi, yeteri kadar doğru bilgiyle beslenmemesi nedeniyle ‘çocuğuma da bulaşır’ endişesi ve kaygısı velilerin geri durmasına yol açtı sanki, ne dersiniz?

Okullar salgının en başında tedbiren hemen kapatıldı tamam güzel ama bu salgını yaşadıkça ve tecrübe edinip bilgiler biriktikçe öğrendik ki, okullar salgına kaynaklık etmiyor, salgına benzin dökmüyor ama toplumda bulaşma yüksekse okullar da bundan etkileniyor. Okullarda bulaşma az oluyor, özellikle küçük çocuklar arasında bulaştırıcılık çok az, küçük çocuklardan erişkinlere de bulaştırıcılık çok az, bakın ama hep çok az diyorum, sıfır demiyorum. Bir risk var. Ama bu kabul edilebilir bir risk. Yani siz o çocuğu düğüne götürüyorsanız daha fazla, okula gönderiyorsanız daha az.  Hangisini tercih edeceksiniz, hangisi daha önemli? Toplum olarak bunlara karar vermemiz lazım. Öncelik, strateji derken bunu diyorum. Bunu hükümetin açıkça önümüze koyması ve tartıştırmış olmasını beklerdim, demokratik ülkelerde bu böyle oluyor. Veliler bilgilendirilip bu tartışmalara katılıyor, bu çok önemli, insanlar katılırlarsa sonuçlarını benimserler, yoksa zorla kimseye bir şey yaptıramazsınız, yani okulu açarsınız millet çocuğunu göndermez öyle olursa. Tabi belli tedbirler alınması lazım bütün okulun aynı anda başlamaması lazım, saatlerin kaydırılması lazım, farklı saatlerde sınıfların okulda olması lazım. Hareketliliğin azalmasının sağlanması için. Okulların açılması sizin için öncelikse bunu yapmanın yollarını ararsınız.  Kesintisiz eğitimin sağlanması için toplumda bulaşmanın belli bir yüzdenin altına düşmesi lazım dediğim gibi. Vaka sayıları üç binin altında olmalı. Bu arada problemler de ortaya çıktı, dezavantajlı gruplar çok geride kalıyor, altı milyona yakın çocuk hiçbir şekilde sisteme erişemiyor, geriye kalan on iki milyonun yüzde 30’u annesinin, babasının, dayısının cep telefonundan izlemeye çalışıyor, ne kadar verimli o belli değil, bir ay, iki ay gidersiniz böyle ama bir yıl olmuş. Gözden geçirelim yaptıklarımızı, yanlışta ısrar etmemeli. İnşallah işler yolunda giderse biraz gevşemeye başlayabiliriz hedefler dediğim gibi olur ve tutarsa, özellikle de Nisan veya Mayıs ayında da aşılanan gruptan, ki onlar maalesef en çok kaybettiğimiz grup yaşlılar ve sağlık çalışanları, oradan da çok az etkilenme olursa yine tabi maskeyle, mesafeyle, yine düğün dernek olmadan yani siyasi parti kongreleri yapılıyor, inanamıyorum.

Çocuklar ve gençlerle birlikte en çok etkilenen 65 yaş ve üstüne gelecek olursak, yeri geldi hiç mi sosyalleşmeyeceğiz diye sordular, hayatlarını idame ettirmek zorundalar bir yandan, çıkıp maaşlarını almaları, faturalarını ödemeleri gibi farklı işleri, ihtiyaçları var  yanlarında yardımcı olacak biri de yoksa çok zorlanıyorlar hele de dijitalle ilişkileri yok denecek kadar az, 10.00-13.00 arası dışarı çıkmalarına izin veriliyor ve çok yetersiz tabi. Yaşlı haklarını ihlal etmiş olmuyor muyuz bu kadar kısıtlamayla?

Aynen, tam ağzımdan aldınız, bu bir hak ihlali… Çocukların ve yaşlıların dışarı çıkarılmaması hatta geçen gün dehşete kapıldım toplu taşımayı kullanmalarının yasaklanması, nasıl olur, vatandaş bu insanlar. Bu bir hak ihlali, bunun hiçbir tıbbi gerekçesi yok. Kanıtlasınlar, yaşlılar sokağa çıkmadığı için daha az enfekte oluyorlar diye, yok. Bakıyorsunuz Türkiye’de 65 yaş üstü ölüm oranları da Avrupa’dan daha düşük değil Nisan ayında bile, yayınlamadılar bize söylemiyorlar ama Bakan yardımcılarından biri akademik kariyer yapmak niyetinde o bir yayın yapmış, oradan baktım sayılara, artı Bakanın kendisi defalarca söyledi, en çok bulaşma evde oluyor, yaşlıların %85’ine evde bulaşıyor diye. 

 

Devamı gelecek sayıda...

Aylin ONART
Devir Dergisi
Şubat 2021

(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast ile birlikte Youtube'ta sesimden dinleyebilirsiniz.) 

                         


^ Sayfa Başına Dön