HAYATINIZI NASIL BİLİRDİNİZ?



HAYATINIZI NASIL BİLİRDİNİZ?
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

İnsanlar ikiye ayrılır der Çetin Altan; Mezarlıklara girecek olanlar ve insanlık birikiminin toplamı olan ansiklopedilere girecek olanlar. Şark toplumları ise, zengin olanlar ile zengin olmaya çalışanlardan ibarettir.

Fransa’nın 18. yüzyıl yazarlarından olan aydınlanma filozofu Denis Diderot, 1768 yılında kaleme aldığı ve ilk defa 1772’de yayınlanan “Regrets sur ma vieille robe de chambre ou avis à ceux qui ont plus de goût que de fortune” başlıklı yazısında, eski sabahlığını atmasıyla birlikte hayatında başlayan değişimleri anlatır.

Diderot, büyük bir borç batağına düşer. Onun bu perişan hali, Rus Çariçesi Katerina’nın kulağına kadar gider.

Çariçe, bu bataklıktan kurtulması için Diderot’ya nazik bir teklif sunar: Diderot’nun kütüphanesini satın alır ve kendisine tekrar hediye eder. Bu kütüphanede çalışması için de Diderot’ya 25 yıllık maaşını peşin öder.

Tabii ki bu peşin ödeme, Diderot için hiç beklenmedik anda bir servete sahip olma anlamına gelir. Artık Diderot, bütün borçlarından kurtulmuş ve rahatlamıştır.

Bir gün bir arkadaşı ona kadife bir sabahlık hediye eder. Ve her ne olursa işte bundan sonra olur. Filozof, sabahlığını giyinir. Çalışma masasına kurulur ve iştahla çalışırken birden bu muhteşem sabahlığı ile çalışma masasının birbiriyle uyuşmadığını düşünür.

Kasasındaki yüklü miktar nakdin sarhoşluğuyla derhal masasını değiştirmek üzere dışarı çıkar ve harika bir çalışma masası alır. Artık sabahlık ve çalışma masası uyumludur. 

Fakat bir de ne görsün? Yerdeki eski halı, ne sabahlığına ne de çalışma masasına yakışıyor. Koşar ve kasasındaki parayla kendisine layık bir halı da alır.

Yine de içini kemiren bir şeyler vardır. Çünkü evin koltukları, dolapları, sandalyeleri, duvar resimleri ve duvar halısı, odanın süslemeleri birbiriyle uyumsuz ve hafif kalır.

Her şey gözüne batmaya başlamıştır artık… Gel zaman, git zaman Diderot, evin bütün eşyalarını iğneden ipliğe değiştirir. Diderot’un, durumu idrak etmesi fazla zaman almaz. Başladığı noktaya dönüşünün, hırslarından kaynaklandığının farkına varır.

Sonuçta, yazarın bu konu üzerine kaleme aldığı meşhur “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” adlı eseri ortaya çıkar. Yazar, ardında tarihe geçecek özlü bir söz bırakır: “Eski sabahlığımın efendisi iken, yenisinin kölesi oldum.”

Diderot bu yazısında tüketim çılgınlığına kendisini kaptırışını anlatır.

Onun, tüketim çılgınlığının insanı sürükleyeceği halleri anlatan ve bugünkü anlamına en yakın içeriği ile kavramdan söz eden yazar olması ve sebep-sonuç ilişkisini ortaya koyması bakımından adına atfen “Diderot Etkisi” denilmiş.

“Diderot Efekti”, harcamaların gereksizliğinden ziyade; yeni bir alışverişin, beraberinde bozulan bütünsellik algısı nedeniyle gereksiz harcamalar doğurduğu gerçeğini de ifade eder. Diderot, bu etkiyle bireylerin nasıl bir tüketim uçurumuna sürüklendiğini ifade ederek, insanın kendini kontrol edip yeni bir şeye sahip olmasının anlık ve geçici mutluluğundansa, sahip olduklarının değerini bilerek daha kalıcı mutluluklara yönelmesini de salık verir.

Bu etkiye dair değerlendirmelerini dile getirdiği yazısının sonunda şunları söyler: “Örneğimin size bir ders vermesine izin verin: Yoksulluğun özgürlükleri vardır; zenginliğin ise engelleri…” 



Pandemi öncesi adeta tüketim çılgınlığına teslim olan insanoğlu için, pandemi günlerinden geçtiğimiz ve iş yapış şekillerinde, yaşamlarımızda ciddi değişimin yaşandığı böyle bir dönemde aşırı tüketime dair bu Diderot etkisi azalır mı dersiniz?    

Ya da şu meşhur soruyu sormalı; En akıllı insan kimdir? Cevap; "Neyi zorlayıp, neyi bırakacağını bilen insandır.”

Zorlaman gerekeni pes ederek bırakırsan kaybedersin, bırakman gerekeni ısrarla zorlarsan yine kaybedersin. İnsan, hırsını, azmini ve emeğini neye ya da kime harcadığına dikkat edip, özen göstermeli... Tabi bir de en önemlisi, zamanını…

Bu dönem bilgi konusunda da benzer bir durum söz konusu… Hemen herkesin her şeyi bildiği, her konuda her seviyeden ahkâm kestiği günlerden geçiyoruz. Akla zarar bir pervasız cesaret, körü körüne yalana, yanlış bilgiye inanma ve gözü kapalı bir inanmışlıkla savunma hali mevcut… Öyle kesif bir bilgi kirliliği, düğüm vaziyetinde. Hele de gündemden takip ediyorsunuzdur, aşılar ve aşılanma konusunda, bilim insanlarına kafa tutarcasına… Geçen gün Prof. Dr. Veysel Bozkurt “Haddini bilmezlik çağı!” diye bir başlık açıp şöyle yazmış:

<<  İnternet, insanda her şeyi bildiği duygusunu uyandırdı. Oysa internet ile gelen bilgi (knowledge) değil, sadece malumat (information). Artan malumatfuruşluk, her konuda en yetkin bilim insanlarına ders veren bir kitle ortaya çıkardı.

1990'lı yılların ilk yarısında "bilgi parmaklarınızın ucunda" sloganıyla popülerleşen internet, bir "bilgi çağı"nı vaad ediyordu. Artık sıradan insanlar aydınlanma düşünürlerinden daha fazla bilgiye ulaşma imkanına sahip olacaktı; kolay ulaşılabilen bilgiyle özgürleşecektik.

Oysa en kıymetli bilgiler, internetin malumat çöplüğünde fark edilmez hale geldi. Geniş kitleler, duygularını okşayan korkunç bir "infodemi"nin saldırısı altında kaldı. Yanlışı doğrudan ayırmak imkansız hale geldi. Post-truth sözcüğünün günümüzde popülerleşmesi tesadüf değil.

Çeyrek asır önce popülerleşen internet ile "bilgi çağı"nın kapısını araladığımızı düşünüyorduk. Oysa bugün insanlığın geldiği yer, malumatfuruşluk ve cehaletin verdiği özgüven ile tam bir "haddini bilmezlik çağı" oldu. >>

Dolayısıyla ölçüsüzlüğün bile bir ölçüsü olmalı. Amaç, hayatı en aza indirgemek değil, onu optimal seviyede doldurmak.

Çok klişe olmakla beraber son derece karşılığı olan bir sözdür bilirsiniz: “Bildiğini bilenin arkasından gidiniz. Bildiğini bilmeyeni uyandırınız. Bilmediğini bilene öğretiniz. Bilmediğini bilmeyenden kaçınız.” 

İş dönüp dolaşıp kendini bilmeye geliyor. Yoksa hayatın her kademesinde iş yaşamından siyasete, sosyal hayattan bireylere uzanan Diderot etkisinde olduğu gibi sabahlığının kölesi olanlar, bilmediğinin veya yanlış bildiğinin farkında olmayanlarla “Yanlış hayat doğru yaşanmaz”, Adorno’nun dediği gibi… İhtirasların ihtiyaçların önüne geçmesi misali, ihtiyaç olmadığı halde “tükettikçe mutlu olma hali” Diderot etkisiyle böylesine bir tüketim sarmalının yani bu israfın sonu da “mutlak mutsuzluk” olarak insan hayatında tezahür ediyor. Kapitalizmin savurduğu hayatlar olarak, hatta nihayetinde toplumlar olarak…

Sahi hiç düşündünüz mü sizin sabahlığınızın ne olduğunu?

Ya da eski sabahlığınızın efendisi iken kölesi olduğunuz yenisi var mı acaba hayatınızda?

 

Aylin ONART
Yeniden Merhaba Dergisi
Eylül 2021

 


(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'le Youtube kanalımdan sesimden dinleyebilirsiniz.) 

                         




^ Sayfa Başına Dön