SESİMİ DUYAN VAR MI? YOK!


SESİMİ DUYAN VAR MI?  YOK!
(Spotify Podcast'te sesimden dinlemek için başlığı tıklayabilirsiniz.)

Ne zaman bir deprem olsa haberin şablon başlığı hazır biliyorsunuz:

“İzmir’de korkutan deprem, Datça’da korkutan deprem, Van’da korkutan deprem, vb…”

“Korkutan deprem” diye atılan başlıklar, kimi korkutuyor? Deprem kuşağında yaşayan bizler, depremden korkuyor muyuz gerçekten? Zira korkan harekete geçer, insanlar ölmesin, binalar yıkılmasın diye…  “Deprem siyaset üstüdür” diye diye dilimizde tüy biter, ancak depremin siyasetin elinde kimi zaman rant, kimi zaman oyuncak olması bitmez. İktidar atar muhalefet tutar, muhalefet atar iktidar tutar. Top döne döne 2020’ler geçer 2100’ler gelir, top hala dönmeye devam… Yani gidişat onu gösteriyor. Kimsenin korku falan duymadığı apaçık ortada… Biz hala deprem olduktan sonra günlerce, haftalarca enkaz altından kurtarılmayı bekliyor, zarar gören binaları aylarca yıkma işlemini yapmadan öylece bekletiyor, peynir ekmek gibi yediğimiz toplanma alanları olmayınca nerede toplanacağız diye kara kara düşünüyor, nasıl barınacağız, nasıl iletişim kuracağız, nasıl ayakta kalacağız diye dertleniyor, deprem vergilerini amacına uygun kullanmıyor, devletten beklenen yerine gelemeyince de yerel yönetimlerin
-sanki depreme dair öncelikli tek konumuz buymuş gibi-  emsal artışıyla gün dolduruyoruz. Merak eden üzerinden tam bir yıl geçen 30 Ekim İzmir depreminden sonrasına bakıversin.
Çok daha fazlasını görecektir. Bir de, bunlar yetmiyormuş gibi çatlak patlak binasını sağlamlaştırma dahi yapmadan ayıp örter gibi yeniden sıvalayıp el altından usulca kiraya veren vicdan sahibi pardon ev sahibi kişiler var. “Yıkalım yeniden yapalım, yok yıkmayalım bu halde oturalım” diyerek uzlaşamayan kat malikleri var, apartmanlarda şayet imkanı varsa;
“Aman kat çoğunluğu bizde olsun, apartmanda bizim dediğimiz olur” diyerek çoğunluk ele geçsin, söz sahibi olunsun diye daire satın alan ve eğitimli/eğitimsiz profil de farketmeksizin böyle demokratik (!) düşüncelere sahip insanlarımız var.

Nasılsa apartmanda daha ziyade kiracılar oturuyor diyerek kendilerine masraf olmasın diye deprem yönetmeliğine dair en ufak bir kalem oynatmayan daire sahipleri de var. Herhalde aklın da tek sahibi sanıyorlar kendilerini… Binalar 50-60 yıllıkmış kimin umurunda, ‘risklidir’ diye rapor verilmiş kimin umurunda, ta ki yıkılana kadar etinden sütünden, ceplerimiz dolana dek diyerek… Velhasıl bazılarının gözünü toprak da doyuramayacak anlaşılan… Depreme dair böyle bir insan profiline de sahibiz maalesef. Esaslı bir ‘cep doldurma odaklı’ deprem stratejimiz var. Master plan deseniz, sayfalarca. Sayfalar da öylece planın içinde bekliyor, belki uygulanırım diye. Ama sorsanız hepimiz itibarlıyız, ahlak sahibiyiz, toplumun/cemiyetin en dürüst insanıyız. Müteahhitinden yerel ve merkezi yönetimine, yapı denetimine, ev sahibinden, yöneticisine, kiracısına, emlakçısına kadar zincirde her kim varsa nazar boncuklu durumdayız. Danışıklı dövüş veya horoz dövüşü halinde gidiyoruz gündüz gece…

Bakın ev kavramıyla ilgili bilinçlenmeyi bütün gelişmelerin önüne koyan Japonlar, sadece depremzedelerin bilinçlenmesi değil kamu ve özel kurumlarıyla, bireyleriyle tüm toplumun bilinçlenmesini önemsiyor yıllardır. Japonya’da eskiden konut için yüklenen anlam, bir mal varlığıydı, kıymetli bir varlıktı. Ancak günümüzde artık, içinde yaşanılan hayatın devam ettiği bir mekan olarak düşünülüyor. Türkiye’de ise konutun hala bir mal varlığı olmaya devam ettiğini görüyoruz. Konut dendi mi yatırım aracı olarak görüyoruz. Hiçbir iş yapmayıp, üretmeden, topladığı kiralarla hayatını idame ettirenlere sorsanız, zorunlu olana dek birinin bile deprem sigortasını yaptırmamıştır. Yaptıranı da bir elin parmaklarını geçmez.

Konuta yüklenen yeni anlamda esas alınan konu, emniyet, binaların emniyetli olması. Fakat yapılan binaların emniyetli olması da yeterli değil. Çünkü depremden sonra "aynı bölgelerde" yeni binalar, yeni yapılar, daha geniş yaşam alanları kurulabiliyor. İşte asıl konu, tam bu kurulma sürecinde emniyete ne kadar önem verileceği ile alakalı... O nedenle gelecekte “güven” esası ciddi anlamda zedelenebilir. Diyeceksiniz ki geleceği beklemeye gerek yok, her deprem sonrası yaşadıklarımızla “güven” zaten ziyadesiyle zedelenmiş durumda… Tabi, gelecek kuşaklar açısından son derece önemli güven unsuru… Hepimiz, gelecek kuşaklara yaşanabilir bir dünya bırakmalıyız diyoruz sürekli, sadece nefes alabilecekleri değil her yönüyle güven duyacakları bir dünya devralmalılar bizden. O nedenle her birey tek tek sorumluluk sahibi olmalı ve sorumluluklarının gereğini yerine getirmeli...

Türkiye deprem kuşağında bir ülke ve elbette hiç istemeyiz ama yine benzer afetler olabilir, depremler yine can kaybına, binaların yıkılmasına neden olabilir. Erzincan’da ve sonrasında yaşandığı gibi... Erzincan’da 1939 depreminde üç kat sınırlaması getirildi, fakat 1960’lara gelindiğinde bu beş kata çıkarıldı, 1980’lerde ise yedi, sekiz katlı binalar yapılmaya başlandı ve 1992 depreminde bu yedi, sekiz katlı binaların yerle bir olması başta olmak üzere çok büyük yıkımlar meydana geldi, can kayıpları oldu. Dolayısıyla böyle bir endişe hep devam ediyor.  

Sadece bedenlerin ve canların değil, sağ kalanların umutlarıyla birlikte kentlerin ruhunun da toprağın ve denizin altında, göçük altında kaldığı 17 Ağustos 1999 depreminde Yalova, Gölcük, İzmit ve Adapazarı’nda ve sonrasındaki depremlerde yaşadığımız gibi… 99 depremini o şiddette hissetmedim ancak 8 saatlik kesintisiz canlı yayında izleyicilere aktarmış, anlatmıştım. O görüntüler daha dün gibi zihnimin bir köşesinde. Birinci yılını dolduran 30 Ekim 2020 İzmir depremine ise Alsancak’ta en üst yani sekizinci kattaki ofisimde yakalandım. Nasıl savrulduğumu bir ben bilirim, sarsıntının sanki “yıkacağım” dercesine şiddetli ve uzun süren savurmasını hayatım boyunca unutmam. 4-5 şiddetinde depremde bile en üst kat olmasının etkisiyle sanki 6 şiddetindeymiş gibi sallayan ofis katımızda her şey yerle bir olmuştu, savaş alanı gibi… O korku bile yeter yaşayana… Binası çöken, canından olan, yaralanan, evini kaybedenlerin yanında oturup kendi yaşadıklarıma dair detay anlatmayı pek tabi uygun bulmam ama yaşadığım korkuyu da sekizinci katın ayaklarımın altında yaylanan merdivenlerinden nasıl aşağı indiğimi de bir ben bilirim, üstelik binanın beşinci katından itibaren aşağı indikçe derinleşen çatlaklarını da görerek… İnsana, buraya kadarmış, dedirtecek kadar sarsıcı bir depremdi 30 Ekim...

Ne demişti Prof. Dr. Ahmet Ercan hoca:

“Deprem büyüklüğü M7, yıkım gücü 9. Süresi 25 saniye. Deprem yazgı değildir. Deprem hasarlarının ölçüsü, yoksulluğun yansımasıdır. Uluslar varsıllaştıkça deprem yitimleri azalır. Türkiye’de ortalama deprem yıkım eşik değeri M5.5, İzmir’de M6.4, Amerika’da M7.4'tür.”

Ağır hasar alan Bayraklı ve Bornova’da yitirdiğimiz canları da yıkılan binaları da unutmayalım. Yoksa unuttuk mu? Depremin 58’inci saatinde kurtarılan 14 yaşındaki İdil Şirin’i, 65’inci saatinde kurtarılan ve itfaiye eri Muammer Çelik’in parmağını sıkı sıkı tutan 3 yaşındaki Elif Perinçek’i ve depremin 91’inci saatinde kurtarılan 4 yaşındaki Ayda Gezgin’i ve enkaz altından canlı/yaralı veya cansız halde çıkarılan diğer tüm insanlarımızı nasıl unuturuz?

Emsal artışının belediyede onaylanmasından önceki açıklamasında; “Depremzedelerin sorunu için çözüm üretilmezse gideceğimiz yer üç karışlık mezardır” diyerek basın açıklaması yapan İzmir Depremzedeleri Dayanışma Derneği, 30 Ekim 2020 tarihinde yaşanan depremin üzerinden 11 ay geçmesine rağmen yaralarının sarılmadığını, 3 bin 500 ağır hasarlı konut malikine çözüm bulunduğu sanılmakla birlikte, geriye kalan 66 bin az hasarlı, 8 bin 500 orta hasarlı konut sahibi yurttaşımızın unutulduğunu, depremzede yerine konulmadığını açıkladı. Basın açıklamasında ayrıca, “Bir kısım depremzede kiracı olarak borcuna borç katarken, bir kısım depremzede ise hasarlı konutlarda yaşamaya devam ederek olası bir depremde adeta ölümü beklemek zorunda bırakılmıştır. Sorunlarımızın çözümü, merkezi ve yerel iktidardadır. Depremzedelerimiz kısır siyasi çekişmelerden sıkılmıştır. Siyaset kurumu depremzedelerin sorunu için çözüm üretmezse gideceğimiz yer, üç karışlık mezardan başka bir yer olmayacaktır” denildi.

Diğer yandan Türkiye'de ilk, dünyada da örneği çok az olan bir çalışma başlattıklarını belirten İzmir Büyükşehir Belediyesi, 30 ay sürecek çalışmalar kapsamında İzmir’in yer altı fotoğraflarını çıkaracaklarını, ODTÜ öncülüğünde 10 üniversitenin katılımı ve 84 akademisyenle başlatılan bu incelemeyle, kentin tsunami ve sismik hareketlerinin değerlendirileceğini, diri faylarının belirleneceğini, bunların en son ne zaman hareketlendiğinin ölçüleceğini ve böylece şehrin gelecek yüzyıl içerisinde nasıl ve nereye doğru yapılaşması gerektiği, yapılaşırken nelere dikkat edilmesi gerektiği konularında daha hayati sorulara yanıt verme imkânı bulacağını açıkladı.

Büyükşehir Belediyesinin bu “bilimsel” yaklaşımına dair çalışmalar devam ederken, bir yandan da Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği'ne (TMMOB) bağlı 20 Bilimsel Meslek Odası'nın İzmir şubelerinin ortak açıklamasında, deprem sonrası ağır ve orta hasar alan binalarla ilgili İzmir Büyükşehir Belediye Meclisi’nin aldığı Bayraklı’da parsel bazında yüzde 20, ada bazında yüzde 30 emsal artışı kararına dair “bilimsel dayanaktan yoksun” denildi. Açıklamada; “İzmir’de kent suçuna imza atanları uyarıyoruz. Piyasa koşullarına teslim olarak kenti betonlaştırmanıza, yaşanmaz kılmanıza izin vermeyeceğiz. Bugün İzmir’de hayata geçirilmeye çalışılan ve yarın başka kentlere örnek olması muhtemel olan, mühendislik, mimarlık ve şehircilik disiplinlerinin varlık nedenini ortadan kaldıran, yeni afetlere kapı aralayan karardan acilen vazgeçmelerini bekliyoruz. Aksi halde bilimsel dayanaktan yoksun kararlara karşı her türlü hukuki girişimde bulunacağımızı kamuoyuna duyuruyoruz.” ifadeleri dikkat çekti. Böyle de tezatlar arasında savrulup duran bir süreç... 

İzmir depreminde bir yıl, diğer depremlerde yıllar geçmesine rağmen Erzincan depreminden bu yana 2021’e geldiğimizde görüyoruz ki bir arpa boyu bile yol alamamışız. Yani bugün yine bir deprem olsa yıkılan binalar altında yine günlerce kurtarılmayı bekleyeceğiz, beklemeye takatimiz kalmadığında da göçükler altında ölüp gideceğiz anlaşılan. Kurtulursak da işte olacaklar ortada, geçici olarak barınmadan kalıcı konutlara geçene dek bir dolu yetersizlik, çile, tükenmişlik ve çözümsüzlük…

İzmir depreminde hala yıkılmayı bekleyen binalar var. Depremzedelerin hali de derneğin açıklamasında belirttiği gibi… Yani o kadar çok şey var ki söylenecek, sadece yukarıda belirtilenler değil… Söylenecek söz de çok, yapılması gereken iş de çok… Ancak yapan yok…

Depremlerden geriye kalan, beton yığınları altında unutulan acılar ve kader birliği yaşanılan geçici konutlarda kalıcı dostluklar, dayanışmalar…

Her seferinde sanki depreme dair koyu bir çaresizlik içinde o 7.2 şiddetindeki yıkıcı 17 Ağustos depreminin sembolleşen seslenişi kulaklarımızda çınlıyor: “Sesimi duyan var mı?”

Yok!

 

Aylin ONART
Yeniden Merhaba Dergisi
Kasım 2021

 

 


(Tüm yazılarımı Spotify, Anchor, Google ve Apple Podcast'le Youtube kanalımdan sesimden dinleyebilirsiniz.) 

                         


 
 

^ Sayfa Başına Dön